» üye girişi » sitemize üye olun
   
18 Şubat 2023 Cumartesi günü yapılan 10. olağan genel kurulumuz sonucunda yeni yönetim kurulumuz seçilmiştir. Eski yönetim kurulu üyelerimize teşekkür eder, yeni yönetim kurulu üyelerimize başarılar dileriz....             
 
MUHTEŞEM BİR MERCAN, BU YOLUN SONU VE BİR DİLENİŞ
Avın yapıldığı şehir : Auckland - Rengitoto Adası Çevresi
Hava ve suyun durumu :
Avda kalınan süre :
Kullanılan ekipman :
Yakalanan avın tür ve boyutları: Mercan, Dülger


1.BÖLÜM

“Tinsel bir titreyiş”


34 Sene oldu,
İlk yemimi takip,
Kalbimle küt küt atıp,
Çırpınan dalgaların
Çivit mavisi koynuna
Olta sallandırıp
Derine
Daha derine
Bir karış daha ötesine
Erişmek için
İçin için yanıp
Kimisi menevişli
Kimisi sırtına gökkuşağını almış
Ateşli
Kimisi güdümlü kurşun
Namlusundan fırlamış
Bastan aşşağı kuvvet kesilip
Hayatta “Bana mısın?” dememiş
Çelik karnına saklı çakıntısı…
Kimisi ürkek, zarif,
Narin edalarda
Sinmiş hercai mercanların koynunda…

Balıklarla
İlk buluşmamdan bu yana
34 sene oldu…



2. BÖLÜM

“Benim dünyamda aslında yaptığımın balık yakalamakla, balıkçı olmakla alakası yoktur… Manam ve hatta manasızlığım sularda”


Doğarken reddettim,
En az o kadar da reddedildim
Karasal yaşamın
Kara adamı olmaya…

İrinim, tükürüğüm, tiksinmişliğim,
Göçmenliğim, terkedilmişliğim, yitmişliğim
Denizden uzaklıktan başka bir şey değil

Hiçlik, esaret, tohum…
Bir yudum suya kadar var
Dudaklarına
Bir damla yağmur çalınmasın
Varlık koksalar
Esaret zincir kırar,
Tohum acar…

Hiçliğim, esaretim ve tohumum
Dalgaların başladığı yere kadar…



3.BÖLÜM

“Ad, zincir, paranga… Adımızı koydular, aslımızı unuttular. İronik! Değil mi?”


Önce adımızı, ismimizi, cismimizi koyarlar,
Sonra da adımızın, ismimizin, cismimizin
Biz olduğuna
Bizi inandırmaya çalışırlar…
Duymak istediklerini söyleyip
Onlara “He” dediğimizde
Şaşırır
Kendi koydukları, adın, ismin, cismin
Aslında bize ait olmadığını idda edip,
Üzerimize çullanırlar…

Tıpkı iğne bağlayıp,
Yem taktım diye,
“Kısmet” deyip
Suya attım diye…
“Balıkçı “ dedikleri gibi…
Uçsuz bucaksız ummandan
Aslında sadece
Kendi ruhumu çektiğimi
Görmedikleri gibi…
İronik… Değil mi?



4.BÖLÜM


Okyanusca Alp’e dedi ki…
“Bu iş ne zamandan beri “ Benim kisi seninkisinden büyük”oldu? Oysa ben “askımızı anlatıyor, gizemli düşlerimizden bahsettiğimizi” sanıyordum” …


-Şiir gerektirmeyecek kadar yalın—


5.BÖLÜM

“Balıkçı mı balığı yakalar yoksa balık mı balıkçıyı? Şans, kader, kısmet, av ve avcı üzerine biraz muhabbet, biraz nostaljinin derinliklerinde düşünce fırtınası.”


Genel kanının aksine, ilk balığımı sudan çıkardığımda, aslında benim değil onun beni yakaladığına inandım. Görenleri şaşkına çeviren, üst dudağını yıllarca önce yitirmiş, çenesinin altı çok ince yosun tutmuş, dev gibi bir izmaritti. Bu özrü, bu kaybı, belki de bu balığın böylesi bir büyüklüğe erişmesinde ki sır, böylesine uzun yıllar yasama sarılmasını açıklayan nişandı. Bu balık kim bilir kaç ağa yaşamı boyunca denk gelmişti, kaç ağın gözünden mucizevî bir şekilde geçmişti? Kaç kez sağında solunda patlayan kış kış taşlarının sürdüğü kadere panik içinde koşmak yerine, bir şekilde kendisini kurtaracak yöne, derinliğe yönelmişti? Kaç lüfer, kaç palamut, kaç avcı balık onu gözüne kestirdi de bir turlu diş geçiremedi? Nasıl oldu da oldukça küçükken üst çenesini nerdeyse tamamen parçalayan o iğneye yakalandı ve nasıl oldu da böylesi beslenmesini sekteye uğratacak bir özre rağmen yaşamayı başardı? Acaba bu özüne neden olan, o talihsiz olay bu balığa, öteki izmaritlerden çok çok daha büyütecek kapıyı açan anahtar olmuş olabilir mi?

Belki de! Üst çenesini kaybetti ve gitti daha önce alıştığı meralarda, daha önce alıştığı yemlerin peşine düştü. Denedi, uğraştı… Ve geçmiş de yapabildiği pek çok şeyin artik kendisine çok uzak olduğunu kavradı. Bir insan olarak kendime sormadan edemiyorum. Balığımızın o dönem kendisine acıma ve depresyon geçirme lüksü olmuş mudur acaba? Peki, onu yaratan her şeye isyan etmiş, denize, akıntıya, yosunlara kusmuş olabilir mi? Sanmıyorum. Aklıma gelen en basit açıklama, en yalın senaryo şöyle… Küçük karidessi canlıları avlamaya, suya dağılmış yumurta, su piresi, kurtçuklar ve planktonlarla gıdalanmaya başladı. Oltaya yakalanma şokunu belki atlattı ancak hiç bir zaman genlerine işlemiş o garip korkunun bu tecrübeden sonraki bağıran içgüdüsüne kulaklarını tıkayamadı. Önceki satırlarda ifade ettiğim gibi bir izmaritin basit menüsünü bulacağı iskele altlarının loş kuytularında geçirdi ömrünü. Belki de bu yüzden ağların gözünden geçme gibi bir mucizeye hiç tanık olmadı, kis kis taşının panik yaratan o gürültüsünü duymadı… Lüferler, palamutlar ve diğer olası avcılar hız kazanıp, koşturarak avlanamayacakları bu iskele babalarıyla örülü kuytu labirente hiç uğramadı ve bu yüzden belki de hiç bir dişli atakla karşılaşmadı. Kısaca balığımız risklerden olabildiğince uzak, dünyanın etlisine sütlüsüne pek karışmayan, hırslardan, rekabetten arınmış, oldukça kalender bir yaşam sürdü.

İşte burada muhabbetimizin en can alıcı noktası bir anda beliriyor. Bu izmarite “şanslı bir yaşam yaşamış” veya tam tersi “ Bizim balık şanssız bir ömür sürmüş” bakış açılarıyla yaklaşmak mümkün müdür? Bir acıdan belki de Dünyanın en şanslı izmaritlerinden biriyle karşı karşıyayız. Bir iğneden kurtulup, çenesini kaybettiği halde, onca beladan bir şekilde sıyrıldığına göre, böylesine uzun bir ömür yaşayıp, böylesine bir boya erişebildiğine göre bu çok şanslı bir balık. Her izmaritin hayat mücadelesinde erişmek istediği en yüksek zaferi, belki de en uzun hayatta kalabilmeyi başarmış balık. Sonuna kadar savaşın timsali, yepyeni bir güne bir kez daha ayakta kalabilmek için hayatin karşına çıkardığı her işkenceye göğüs germiş muhteşem bir balık.

Bir diğer taraftan bu balık dünyanın en pısırık, en mülayim, en korkak, en hayattan kaçmışlığın, silik yaşanmışlığın simgesi olacak kadar pasif bir yaşama mahkûm olmuş denilemez mi? Peki bu şansızlık değil de nedir? Acaba balığımız hayatında yeni bir jenerasyona hiç döl attı mı? Bunu paylaşacağı bir eş bulabildi mi? Ya bu farklı görüntüsü onu diğer izmaritlerin korktuğu, genini paylaşmak istemediği bir konuma sokmuşsa? Elbette bunu tam anlamıyla bilmem mümkün değil… Aslında daha fazla senaryo üretmeye gerek de yok zaten.Sadece bu dev izmaritin sonuna bakmak yeterli değil mi?. Sen bunca beladan kurtul, yasam savaşında bir izmaritin önüne çıkarabileceği en çetin tuzaklardan sağ salim sıyrıl, kal gel 7 yaşında, hayatında eline oltayı ilk defa almış, hiç olta bağlamamış, o gün daha ilk yemini takmış , olta atmasını, olta çekmesini bilmeyen , aceminin acemisi bir çocuğa yakalan ve ruhunu teslim et…

Kısaca şans, egoist, keyfi bir perspektif, şanssızlık egoist, keyfi bir perspektif… Tamamen bize kalmış, hangi pencereden, hangi açıdan bakıyorsak yüzünü değiştiren, kalemini bizim tuttuğumuz, bizim yazdığımız bir hikâye… Tıpkı güzel, çirkin gibi… Tıpkı güçlü, zayıf gibi… Korkak, kahraman? Vesaire, karşıt vesaire… Olan oluyor ve biz yazıyoruz. Bütün bu düalist, ikiyüzlü mürekkebin hokkası da düalist, ikiyüzlü… Çünkü ya aşk ya da tiksinti kokuyor… Ve aşk hokkasından mürekkebin tiksintisini, nefret hokkasından çıkmış mürekkebin aşkını okumak o kadar kolay ki…

Her şeyin iki yüzü vardır derler… Bahsettikleri budur. Her şeyin gerçekten iki yüzü olduğu değil. Her şeyin tek bir yüzü var… O da sadece “olan”… Gerisi bizim hikâyemiz… Bizim inanmak ve inandırmak istediğimiz… Bir gün “olana” yazılan bu eşsiz hikâyelerin hepsini buruşturup, çöpe atsak, elimizde “olanı” ifade edebilecek tek ve yegâne “olan” kalır… Kader...

“7 yaşında bir çocuğun oltasına İstanbul Boğazında oldukça büyük üst çenesi özürlü bir izmarit geldi... Bu o izmaritin sonu, çocuğun bütün yaşamı boyunca bir tutkuyla yaşayacağı balıkçılığın başlangıcı oldu.” Bu olan…

Bu da o çocuğun beynine, kişiliğine yazdığı hikâye…

“,Genel kanının aksine, ilk balığımı sudan çıkardığımda, aslında benim değil onun beni yakaladığına inandım. Görenleri şaşkına çeviren, üst dudağını yıllarca önce yitirmiş, çenesinin altı çok ince yosun tutmuş, dev gibi bir izmaritti. ”Binlerce riski atlattıktan sonra ömrünün son baharında öylesine yitip gitmek varken, o beni seçti… Yoksa böylesi bir balığın benim acemi oltamda, benim acemi ellerimde son bulmasının izahı mümkün değil. İşte bu yüzden bu izmaritin doğanın bana eşsiz bir hediyesi, mucizenin ta kendisi olduğuna inandım. Dahası bu balık benim için, evrenin bir başka yüzüne kabul edilmenin kutsal bir nişanı oldu. O günden sonra artik oltamı kapıp balıklarla, denizle buluşmaya gitmedim, sadece ait olduğum yere geri döndüm… Bu yüzden balıkçılığımın hiç bir zaman onu doyasıya yaşamaktan öte hiç bir amacı olmadı. Hiç bir zaman kendime sormadım, “Neden uykuya dalmadan evvel hülyalarım derin denizler ve eşsiz balıklar… Neden daima aklımda kurşuni bulutlar, alt alta üst üste yuvarlanan dalgalar ve çeşit çeşit esen rüzgar?. Bu benim ve yaşadığım neyse, bu benim kaderim... ”

Ahh ne güzel o çocuğa… Gıpta ediyorum, seviyorum onu… Ahh insan olmak ne kadar güzel, ne kadar renkli… Olanı istediğin gibi yorumlayabilme ve onunla istediğin gibi yasayabilme yetisindesin… İster bir mucizeye çevir hikâyeni, istersen de sefil bir düş kırıklığına… Kader dediğimiz, çoğu zaman hüzünlü bir bitiş ve ayni zamanda cıvıl cıvıl bambaşka bir başlangıç silsilesinden başka nedir ki? Niçin nefes aldığınızı, neden var olduğumuzu, aynaya bakan yüzümüzün gerisinde neyin olduğunu gerçekten biliyor muyuz? Her sabah gözümüzü açtığımızda bir gün daha yaşıyor olmanın mucizesi ne kadar doğal, ne kadar yeknesak… Bizi biz yapan ne varsa, varlığımızın, yaşamımızın bir niçini olmalı mı? Nedenini niçinini bilmediğimiz, herkesin kendi haleti ruhiye sinde, kendi öznelliğinde yaşadığı kendiliği ve yaşamını, kim kiminkiyle karşılaştırabilir? Böyle bir şey mümkün mü?

Bize kalan şansımızın veya şanssızlığımızın muhasebesi değil… Varlık ve onun içinde biz… İnsan… Her gün uçsuz bucaksız denizlere olta atıp , kısmetini arayan balıkçılarız… Ve her gün kısmetin peşinde can veren balıklarız. Her şeye rağmen, sonuna kadar, doyasıya, yepyeni bir günde yepyeni bir kısmete adanmışız… Tıpkı o izmarit gibi her şeye rağmen yasama dört elle sarılmışız. Olan budur, hikâyem, hikâyemiz budur…



6.Bölüm

“Muhteşem Bir Av Günü”



Auckland Türklerinin içinde başarılı iş adamlığıyla medarı iftiharımız olmuş sevgili Metin Yıldız’ın muhteşem teknesindeyiz. Oldukça güzel, pırıl pırıl bir sabah. Ben, Hasan Baba ve henüz tanışma şerefine nail olduğum Metin Abinin arkadaşı David bugünkü balıkçılığımızın ekibini oluşturuyor. Havanın kış olması ve sezonun çoktan geçmiş olması her ne kadar sağlam bir balıkçılık umudumuzu kırıyor olsa da oldukça mutluyuz. Sonuçta altımızda bu muhteşem okyanusa çıkılabilecek en güzel teknelerden biriyle tutkuyla sevdiğimiz bir işe yol alıyoruz. Dışarıda dalıp çıkan çatalkuyruklar, günün ışığına boğulmuş küçük adacıklar, bunların arasında gözümüze takılan oynaklar… Amacımız mümkün olduğunca çabuk kerterizimizi bulup, balıkçılığımıza başlamak. Metin Abi Rengitoto adasının ardında bu mevsim güzel balıkçılık yapılabileceğini duymuş. Orayı bir deneyelim diyor. Bir de buraya yakin daha açıkta, kanala dönük derin bir kerteriz var. Önce daha uzakta olduğu için bu derin kerterizde olta atmayı kararlaştırıyoruz.
Bugün bu teknede tanıştığım David 45 yaşlarında Auckland da oldukça tanınmış ekspresso türü kahve üretimi ve satımı üzerine bir firmanın sahibi. Metin Abi de hem oldukça büyük bir restoranlar zincirine sahip, hem de onun da David gibi tanınmış bir kahve üreticisi firması var. Yani anlayacağınız ticaret hayatında bu birbirine rakip bu iki insan dinlencelerinde iki gerçek dost. Balıkçılıklarına gelince, Metin Abiyi Aucklanda geçirdiğim 14 yıl boyunca tanırım. Öyle amatör balıkçılığı hobilerinin başköşesine koymuş bir insan olmadığı gibi amatör balıkçılık üzerine her hangi bir iddiası olduğunu da görmedim. O, vakit buldukça dostlarıyla, sevdikleriyle çıkıp bir deniz havası almak, bu arada onlarla birlikte olta atıp nasibini yakalamanın tadındadır. David’i yeni tanıdığım için balıkçılığı benim için kapalı kutu. Ama dogma büyüme Yeni Zelandalı olup, amatör balıkçılığı sevdiğine göre bu konuda oldukça tecrübe edinme sansını bulmuş olduğunu düşünüyorum. Hasan Baba ise daha önceki yazılarımı okuduysanız yakından tanıdığınız, amatör balıkçılığı oldukça baş tacı etmiş, hayatı boyunca enfes balıklar yakalamış, amatör balıkçılığın duayeni olarak tanımlayabileceğimiz oldukça değerli bir abimiz. Eee haliyle benimde bu işe olan çılgınca sevdamı biliyorsunuz… Kısaca bu seferimizde ilk bakışta balıkçılık üzerine oldukça tecrübeli olan karakterler ben ve Hasan Baba olarak gözüküyor.
Muhabbet oldukça sıcak. Eski av anılarımızdan bahsediyor, yakaladığımız muhteşem balıkları bir kez daha anıyoruz. Metin Abi kaptanımız olarak mütevaziliğini elden bırakmadan ama hafif muzipçe Hasan Baba ve benim adımı İstanbul Ustaları olarak takıyor. Ee onlarda kahveci patronları değil mi? Bizde Metin ve David’i kahveciler olarak adlandırdık. Tabii bu tanımlamalar doğal olarak bizi takımlara ayırdı. Daha oltaya davranmadan hafiften bir rekabet doğdu. Biraz dostça, saka ve samimiyet dolu rekabetin kime zararı olacak? Bu seferde böyle olsun. Sonra “Deniz bu, her şey olur!” dememiş mi büyükler…


Hasan Baba ... 14 kg Mercan herkese kısmet olmaz, koskocaman bir deniz aşkı da



Neşeyle kerterizimize ulaşıyoruz. Tabii ilk işimiz oltaları yemle donatmak. Metin Abi Gulp’in doğala özdeş sahtelerini kullanıyor. Benim kalbim özellikle seyrek balıkta bu çeşit yemlere kaynamadı. Ancak bir süre olta atıp çektikten sonra, bu derin avlakta ne taptaze cam gibi sardalyelerin, ne de doğala özdeş sahtelerin işi beceremediğini gördük. Dip sanki kerbela… Sanki çöl… Sanki terk edilmiş. Balıkçı sabrının bile tükeneceği yer vardır. Sabrımız bu sınırı da aşınca “B Planını” uygulamaya koyuyoruz. Daha içeriye girip, adaların ortasında, kumluk kanallardan uzak, daha bitek resiflerin bulunduğu yeni kerterizimize demir atıyoruz. Burada mozmoz sepetimizi suya indirdik. Bu düzenek denize yağ ve parça balık salacak. Mazmozlama özellikle seyrek balıkta mıntıkadaki balığı teknemizin altına toplayabilmek için en etkin yöntem.

Kahvecilerle, Istanbul’luların kullandığı malzeme açısından göze çarpan en büyük fark, onların oldukça hafif takımlar kullanması… David neden böylesi bir oltacılık yaptığını bize şöyle özetliyor…” Hafif takımları seviyorum. Balıkla savaşım daha uzun sürüyor. Böylesi takımla yakaladığım balığı gerçekten hak ettiğime inanıyorum ve bu beni daha fazla tatmin ediyor.” İşte bu tavır gerçekten bir amatör ustaya yakışacak yaklaşım. Ben ve Hasan Abi daha kalın misina ve daha kaba kamışlar seçtik. Elbette ince misina kullanmak daha sportif. Aslında ustaya da bu yakışır… Peki bütün bunları bildiğimiz halde biri denize 34 senesini , bir diğeri 46 senesini vermiş bizim gibi iki balıkçılık delisi neden bugün hafif takımlarla çalışmıyor diye sorabilirsiniz.?

İki takim arasında ki rekabette sonucunu, kanuni boyda olup, tekneye alacağımız balığın adedi belirleyecekse, kopma riski yüksek, bu yüzden balıkla fazlaca oynamayı gerektirecek, dolayısıyla zaman kaybetmek yerine, balığın tav zamanı indir bindir yapabileceğimiz, süratle balığı içeri alıp, süratle yem takip, ağır kurşunlarla kısa surede dip bulup, tekrar balık bekleyebileceğimiz kalın ve ağır takımla çalışmak bize stratejik olarak daha yakin görünüyor. Kısaca hedefimiz seri balıkçılığa oynamak. Kışın soğuğa karşı daha dayanıklı, yalnız gezen, oldukça büyük balıklara rast gelmek de büyük olasılık. Bu mevsimde balık bekletir ancak genelde gelen balıkların büyüklüğü bu bekleyişe değecek kalitededir.. Kısacası bahtımıza gülebilecek böyle irice bir ava da hazırlıklı olmak istiyoruz. Ayni zamanda bir teknede her balıkçının farklı stratejilerde balıkçılığa yaklaşmasının bir diğer güzelliği daha var. Böylelikle balığın bu stratejilerden hangisine cevap vereceğini görerek, buna göre gerekli değişiklikleri yaparak, verimliliği daha da artırabiliriz.


Karşımıza çıkan yemyeşil adalardan biri



İşte bu düşüncelerle balıkçılığımıza başlıyoruz... Gönderdiğim ilk yem dibe ulaşır ulaşmaz, hafif bir dokunma hissediyorum... İkinci vurusu alır almaz çalındım. Balık üzerinde. Bugünün ilk balığı ancak oldukça küçük. Onu zarar vermeden gerisin geriye gönderiyorum. Kendi kendime “Demek ki aşağıda küçük balıklar daha yoğun. Şimdi bunlar ince takımlarla bu pirinalarla uğraşsınlar, dursunlar. Biz Hasan Abiyle daha kaba balıklara yatalım.” Diyerek, iç geçiriyorum ama Kahvecilerin bugün bize süprizleri var. Önce David başlıyor ve çok güzel bir çalınmayla, oltaya balığını yapıştırıyor. Kamışı iki büklüm... Kesinlikle güzel bir balık. Ama ne kadar güzel? Bu sorunun cevabini bulmak için sudan gözümü ayırmazken, Metin Abi takim arkadaşını izliyor. O da sert bir çalınmayla takıyor balığı oltasına. İster istemez şaşırıyorum. Çünkü Metin’in muhteşem bir stille balığı yakalayışı gözümden kaçmıyor... Önce yemi kavrayan balığa hafif yol verdi. Tam balığın ağzına aldığına emin olunca tasmayı bastı. Çok sakin, abanmadan, kendine güvenle oltayı toplamaya başladı. Bu aceminin yapacağı is değil… Kısacası işimiz var bugün. Görünüşe bakılırsa görüşmediğimiz süre içersinde Metin Abi oldukça tecrübe kazanmış. Kahveciler ilk balıklarını ard arda çıkarıyor. 35 santime yakin gayet kaba mercanlar. Biz de tik yok. Ama önemli değil. ”Yeter ki balık başlasın, Biz buna karşılık veririz.” diye düşünüyorum. Onlar yemlerini yenileyip tekrardan sallıyor. Yavaş yavaş takımları dibe inerken ikisi de ayni anda tekrar çalınmaz mı!? Metin ve David yüklü kamışlarını toplarken büyük mutlulukla gülümsüyorlar. Üst üste daha dibi bulur bulmaz balıkla karsılaşmaları mercanın tav yaptığını gösteriyor. Altımızda balık var ve biz de daha tik yok. Bu kesin olarak balığın takim seçtiğini gösteriyor. Hemen oltamı çekiyorum. Bütün hızımla ince misinaya, küçük kursuna donuyorum. Bu arada Kahveciler iki tane daha nerdeyse ayni büyülükte balık çıkarıyor. Durum 4-0. Hasan Baba’nın oltasına kurbağa bile dokunmazken bunlar oluyor... Aceleyle kendi oltamı bağlarken Metin ve David bir kez daha suyla buluşuyor. İşimi bitirip yeme uzanırken ikisi de şaşkın bakışlarımın arasında bir kez daha, nerdeyse ayni anda çalınıyorlar… Ağır ağır balıklarını çekerken, Hasan Babayla göz göze geliyoruz. Gün büyük ama açılış hiç umut verici değil.
Rüzgar ve akıntı gücünü artırıyor. Bunu göz önüne alarak hafif takımlarla tutan dostlarımdan biraz daha ağırca bir kursun iliştirmeyi uygun görüyorum. Hemen bir kez daha bu küçük değişikliği de yapıp, yemleyip koyveriyorum. Bu arada Kahveciler sevinç çığlıkları arasında iki tane daha 40 cm yakin mercan çıkarıyorlar. 6-0.Fark açılıyor. Onların yüzleri gülüyor. Karşılıklı şakalar yapılıyor. Bu esnada hafifçe bir tıklama hissediyorum oltamda. Sonrasında bir anda balık yemi ve kurşunumu havalandırıyor. Çalınıyorum. Oldukça da güzel bir balık. Sakince, dengeli bir şekilde çekiyor, sakince balığı içeri alıyorum. Aşağı yukarı rakiplerimizin yakaladığı boyutlarda bir mercan. Bu balık makûs kaderimizi değiştirecek mi? Yemlerini yenileyen Kahveciler ve Hasan Baba tekrar balıkçılıklarına dönüyor. Ama uzunca bir suredir dibi bulmalarına rağmen, bu sefer kimse de bir hareket yok. Oltamı sallıyorum derinlere… Kimsenin yemi karşıladığı yok… Balık bekletiyor. Bu iyiye işaret değil. Tavı kaçırmış olabileceğimizin korkusu hafiften çöküyor içime.


David, gökkuşağının bittiği yerde




Seyrek balıkçılık günlerinde balığı bulmak ne kadar zorsa, bir kez bulduğunuz anda en ufak bir aksilik nedeniyle kaybedeceğiniz zamanla, bu cürüm anından gerektiği gibi faydalanamazsanız, başladığı gibi çabucak sönebilecek tavlar, yerini düş kırıklığına bırakır. Bu yüzden doğru zamanda doğru olta o kadar önemlidir ki… Her zaman hedeflediğimiz balığın değişik misina kalınlıklarında bağlanmış, değişik iğne boylarında, olabildiğince fazla yedeğini takim çantamızda bulundurmakta fayda var. Bu takımların üzerinde fırdöndüsü mutlaka olmalı. Böylece ana bedene ilistirmiş olduğunuz klipsli fırdöndüye çok az zaman kaybederek takiminizi ekleyebilir ve gerekli değişikliği anında yapabilirsiniz. Bir de tav zamanında balık kaçırmamak için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız. Çünkü kaçan balık ürkerek mıntıkadan uzaklaşırken sürünün diğer üyelerini de peşine takabilir. Ancak gördüğünüz gibi bütün bu bilgileri bilmek ve ifade etmek yetmiyor. İstediğimiz sonucu almak istiyorsak, hiç bir zaman üşenmeden, kararlılıkla bu prensipleri uygulamaya sokmamız gerekiyor

Biz bugün biraz rahat davrandık. Siz siz olun tecrübeniz ne olursa olsun, bazen yani başınızdaki bir insanın bilerek veya bilmeyerek uyguladığı bir yöntem eğer ard arda sonuç vermeye başlarsa ve siz balıkçılığınızda bir değişiklik yaratamıyorsanız, hiç bir inatçılığa yer vermeden, kalkın balığı tutan takıma dönün. Bunları söylemekle beraber küçük bir ayrıntıyı da hatırlatmakta fayda var. Her gittiğiniz balıkçılıkta hedefiniz sadece ve sadece hayatinizin balığına olta atmak, onu tutmaksa Hasan Baba’nın yaptığı gibi kalbinizin yattığı oltayla beklemeye devam edin. Fakat bunun o gün ve pek çok baksa gün eli bos dönmek olabileceğini de unutmayın. Değer mi? Bunun cevabini verecek sizsiniz. Unutmadan söylemeliyim. Bu teknede bugün balık tutanların hiç birisi 14kg lık bir mercanı daha oltasında görmedi. Ama Hasan Babamız 10kg’in üzerinde pek çok mercan çıkartmış, 14.100 kg.la zamanında dünya rekorundan 600 gr daha hafif Yeni Zelanda mercanının sahibi olmuştur.

Ben günün doğru takımına döndüğümde tavın son dakikalarına yetiştim. Hızlı balık geçti. Herkes beklemeye başladı. Şahsen doğru bir karar verdiğime inanıyorum. Yoksa büyük bir ihtimalle son yakaladığım balığı çıkaramamış olacaktım. Hasan Baba’da hala tik yok. Metin Abi mükemmel sandovichler dağıtırken, açlığımızı bastıracak bir molanın arifesindeyken benim oltamda bir hareketlenme oluyor. Bu çok cılız bir vuruş. İkinci vuruşu beklerken bir an oltamın hafiflediğini hissediyorum. Bu çok tecrübe ettiğim bir olay. Özellikle kıs balığı çok iri bile olsa metabolizması yavaşladığından fazla enerji harcamak istemez. Hele o anda etrafında yem üzerine rekabet edecek kendi boyunda veya daha büyük balık yoksa yeme yaklaşıp, kenarından kösesinden ağzında geveleyip bırakabilir. Sonra bıraktığı yemin üzerine eğilip büyük bir hızla çenelerini açarak, ağzına çektiği su yardımıyla yemi kapar. Ardından pozisyonunu hiç bozmadan bir süre hareketsiz kalabilir. İşte bu ani kaçırırsanız ve balık her hangi bir şekilde iğneden veya misinadan huylanırsa yemi geri kusabilir. Bu durum oltada vuruş olarak algılanmaz. Yukarda ifade ettiğim gibi o an algıladığınız sadece bir anlık bir boşluk hissidir. Bunu hisseder hissetmez vakit kaybetmeden çalınmak gerekir ki bende öyle yaptım. Kamışım sert bir yayla büküldü. Skoru 6-2 ye taşıyacak balığımı , “Ya Allah, Ya bismillah” diyerek, üzerine titreyerek çekmeye başladım. Hasan Baba destek veren sözlerle kendini ve beni ateşlerken, karşı takıma gözdağı vermeye çalışıyordu. Az sonra teknenin o ana kadar ki en büyük balığını çıkartmak nasip oldu.



Güzel bir mercan çıkarıyorum. Şu ana kadar günün en büyüğü. Ancak bakalım zafere yetecek mi?



Güzel bir mercan çıkarıyorum. Şu ana kadar günün en büyüğü. Ancak bakalım zafere yetecek mi?

Ancak rakiplerimizin bugün bize aman vereceği yok... Benim ardımdan David’in oltası muhteşem bir vuruşla gene iki büklüm oldu. Yeni taktığı balığı bir anda geniş zikzaklarla ortalığı hallaç pamuğu gibi atmaya başladı. Bu mercan olamaz. Çok hızlı balık ve oldukça büyük olduğu kesin. Böyle hızlı, büyük, gezen balık oltaya yapışınca, oltasına bu balığı takmış olanın dışında ki balıkçıların hepsi, hemen kendi oltalarını toplamalı ve kakıç veya kepçe gibi aletlerle arkadaşlarının balığını bekleyerek, balığı içeri almaya yardımcı olmalıdırlar... Yoksa beklide çok essiz bir av sadece inatçılık ve kişisel takıntılar nedeniyle çirkince kaybedilebilir. Gereksiz karışmalar, misina kesilmeleri, olta kayıplarına neden olunabilir. Daha da önemlisi çok değerli dostlukların arası gereksizce açılabilir. Özellikle tekne balıkçılığında bu küçük ayrıntıya özen göstermek, gerek amatör, gerekse de ticari olta balıkçılığı kültürünün unutulmaması gereken ahlak kurallarından biridir.


Balıkçı ve balığı... Bu ne benzerlik...




Bizler oltalarımızı toplayıp David’in yardımına koşarken o, çılgın balığı ile mücadelesini sürdürüyordu. David’in takimi bu balıkla bas edebilmek için oldukça ince. Bu yüzden onu gerçekten yorması gerekiyor. İşte bu nokta da başka bir konuyu tartışabiliriz. Takimi incelterek çekiciliğini ve yemin sudaki doğallığını artırırken, belki de o takıma yapışabilecek çok büyük bir trofeyle baş edebilmekten vazgeçmiş oluyoruz. Neticede David bir süre sonra balığını misinasının patlatmasıyla kaybediyor... Bize kaçan avın ne olduğu hakkında sadece spekülasyon yapmak kalıyor.

Tekrar oltaları atarak herkes kendi stratejisinde beklemeye başladı. Artik kesinlikle başlangıçtaki o tav anını kaçırdığımızı biliyoruz. Bundan sonra sonucun üzerinde ciddi bir değişiklik olması oldukça güç. Hasan Baba zaten senelerin trofe avcısı olarak artik her çıktığı balıkta sadece gerçek bir trofenin peşinde. O yüzden oltasını değiştirmeye hiç niyeti yok. İste bu da başka bir yaklaşım ama bu fikri herkese ifade edemezsiniz. Yani adet olarak basarinin peşine duşmuş bir balıkçıyla, nitelik olarak balık peşine düşmüş bir balıkçının av stratejileri başkadır. Bu gün belki tek vuruş alamayan Hasan Baba bu teknede balık tutan ben ve bütün arkadaşların rüyalarını süsleyen 14 kg ustu mercanı çıkarmış insan. Peki bu nasıl oluyor? Çünkü Hasan Baba iste böyle belki 10 balıkçılıkta istediğini bulamaz, herkesten biraz daha az, belki de hiç tutamaz ama aradığı balık geldiğinde hazırdır ve inanın bana o balık beklemeye değer. Hele bu sularda…

Dalıp gitmişim, hezimetin soğuk dişleri arasında… İçimden “En azından bugün teknenin en büyük balığını tuttum” diyerek kendimi avutuyorum. Ahh, ahh! Fukara tesellisini bile bize çok görüyor okyanus… Metin Abi sağlam bir çalınmayla oldukça iri olduğu belli bir balığı oltasına takip, balığı yukarı, beni düşler dünyasından aşağı çekiyor... Hem bu David’in az önce kaybettiği gibi mercan karakterinin dışında hareket eden bir balık da değil. Bu kesinlikle mercan.
Acemi gözüyle baktığımız değerli dostumuz gerçekten çok dikkatli, yapması gerekeni tam olarak yaparak, ince takımla muhteşem bir mercanı küpeşteye getiriyor... Balığı kepçeyle içeri alıp tartıyoruz. 4 kg geliyor. Hepimiz oldukça takdire değer olan bu avı yakaladığı için Metin Abi’yi tebrik ediyoruz. Böylece büyüklük olarak da Kahveciler bize üstünlük sağlıyor.


İşte mercan, işte zafer... Kısmetin güzelliğine bakar mısınız?





Bir amatör balıkçının en mutlu anı...




Bu balığın ardından uzunca bekleyişimiz farklı bir balığın oltamı kapmasıyla son buldu. Balık büyük olmakla birlikte öyle kafalar atarak, benimle savaşarak gelmiyordu. Bu çoktan teslim olmuş bir balık. Denizlerin esrarengiz küskünü ve bir o kadarda lezzet abidesi dülger balığını büyük bir keyifle küpeşteden aşırtarak günün son balığını yakaladım.



Dülgerden vazgeçmem. Ama o şimdi bir teselli ikramiyesi... ))))




Böylece Kahveciler tatlı rekabetimizi 7’ye 3 kazandı. Metin ve David’i bu muhteşem av gününde göstermiş oldukları takdire değer balıkçılık için hararetle kutladık. Gün içindeki neşemiz ve mutluluğumuz böylece doruğa cıktı. Elbette kazananların tadı oldukça fazlaydı ve kaybedenler olarak onların muzip şakalarına göğüs germek oyunun kuralıydı. Keyif ve mutlulukla bir süre daha sağda solda balık arayarak, ancak livarımıza yeni ve kayda değer bir balık sokamayarak limanımıza döndük…


Metin Abi ve Hasan Baba... Mucize bir günün dönüş yolunda... Sakalar ve zafer sarhoşluğu... Birazcık düş kırıklığı ve nasip... Yüzler her şeyi anlatmıyor mu?


7.BÖLÜM

“Bu Yolun Sonu”



"Bu yolun sonu"



34 sene oldu… İlk yemimi takip, kalbim küt küt çarpıp, çırpınan dalgaların çivit mavisi kucağına olta salip, derine, daha derine, bir karış daha ötesine uzanıp, kimisi menevişli, kimisi sırtına gogkusagini almış, ateşli, kimisi güdümlü kurşun, namlusundan fırlamış, kuvvet kesilmiş, çelik karnında çakıntısı, hayatta bana mısın dememiş, kimisi ürkek, narin, zarif edalarla derin mavinin koynuna sinmiş balıklarla ilk büyülü buluşmamdan bu yana 34 sene oldu.

Her ani başka tad, bu balıkçılıkla dolu senelere geri dönüp baktığımda onu ve beni taşıdığı yeri bir nicelikle tarif etmem mümkün değil... Çünkü neysek oyuz… Ona büyük, küçük, güzel, çirkin, usta yada acemi diyebilmek imkansız. Nicelikler sadece olduğumuza başkalarının bakış acısı, iltifatı ya da yergisidir. Bu nedenle her zaman kişiye göre değişir, oldukça görecelidir. Ben bugüne kadar ne usta balıkçı gördüm, ne de acemi. Sadece büyük asklar vardı, aşkı gerçekten büyük olanlar vardı.

Her konuda olduğu gibi balıkçılıkta da bilmeye ve öğrenmeye devam edelim. Ancak bir gün bütün bu bilgi, tecrübe ve aşkla artik her çıktığınız balıkçılıkta herkesden fazlasını tutacağınızı, her defasında herkesin yakaladığından büyüğünü yakalıyacağınızı sanıyorsanız çok yanılacağınızı söylemeliyim. Bunu bu şekilde ifade edenlerinde çok büyük bir yalanla uğraştığını belirtmeliyim. Bu isin adi “ne benimkisi senden büyük” , ne de bu yolculuğun sonu herkesi yendiğiniz güne ulaşmak… Bu serüven muhteşem bir mucizenin içersinde saygı ve sevgiyle var olabilmek, son damlasına kadar bu mucizenin üstüne titreyerek tadını çıkaran insan olabilmek…

Saygı ve sevgiyle , sağlıcakla kalınız… Yeni yılınızı en içten dileklerimle kutluyor, sevdiklerinizle mutlu bahtiyar olmanızı diliyorum…

Gönlünüzden gecen bütün güzelliklere rast gelsin…


Hüseyin Alp ARSLAN (Okyanusca) - 10 Şubat 2010



Tarih: 19/07/2010
 

Daha önce ilan edildiği üzere, 11 Şubat 2023 tarihinde yeterli çoğunluğun sağlanamaması nedeni ile 1...
yazının devamını oku »

RASTGELE-DER'İN KURULDUĞU 2002 YILINDAN BU YANA AMATÖR BALIKÇILIK İLE İLGİLİ MEVZUATTA NELERİN DEĞİŞİMİNİ, GELİŞİMİNİ SAĞLAYABİLDİK?
Bilindiği üzere Derneğimiz RASTGELE-DER'in Tüzüğünün amaç maddesinde yer alan "amatör balık avcılığı...
yazının devamını oku »

KENE Mİ TEHLİKELİ, YOKSA ÇENE Mİ?
Her sene bir kere, nadiren iki kere fırsat bulduğumuz bir maceramız var. Bu macera 3-4 günlüğüne Kız...
yazının devamını oku »

DOSTLARLA AVLANMAK
Dostluk kavramı herkes gibi benim için de çok değerli bir kavramdır. Bu zamanda dost bulmak tabiri c...
yazının devamını oku »

EŞİM NASIL BALIKÇI OLDU?

Çoğu erkek eşi balık avına çıkmadığı için bu güzel zevkten mahrum kalıyor.Ben bu k...
yazının devamını oku »

Tüm köşe yazıları

İstanbul Ankara İzmir

 

Site içerisinde online olan kullanıcılar (1 kişi)
Kahraman Melek,
tarifler | hakkımızda | iletişim | basından haberler | balık ve kamp malzemesi | trofe | ilk yardım | linkler | rastgele-der ailesi