» üye girişi » sitemize üye olun
   
18 Şubat 2023 Cumartesi günü yapılan 10. olağan genel kurulumuz sonucunda yeni yönetim kurulumuz seçilmiştir. Eski yönetim kurulu üyelerimize teşekkür eder, yeni yönetim kurulu üyelerimize başarılar dileriz....             
 
SUDAKİ HAYALET
Avın yapıldığı şehir : Türkiye
Hava ve suyun durumu : Hava az bulutlu, su açık temiz
Avda kalınan süre : 08.05.2009 6 saat
Kullanılan ekipman : Fly ve Atçek takımları
Yakalanan avın tür ve boyutları: Alabalık yaklaşık 20 tane. (hepsi geri salındı)

YAPILAN AVIN HİKAYESİ :

2009 Alabalık sezonu açılmadan birkaç hafta önce memleket karasularına girmiştim. Türkiye’de olduğum halde sezonun ilk günlerinde başı dumanlı dağlardan, çağlayarak derelerden, rüyalarıma giren sevdamdan uzak kalmıştım.

O günlerde, nasıl bir kadersizlik diye hayıflanıyordum kendi kendime. Ve biliyordum ki, aynı sevda ateşiyle yanan dostların bazıları Yedi Göller’de, bazıları Abant’ta, bazıları Maraş dolaylarında, bazıları da Batı Karadeniz’in sık ormanlarında. Daha niceleride benim tahmin edemediğim, kim bilir memleketin hangi yüce dağının, hangi derin ormanın, hangi hırçın suyunda alabalık peşinde koşuyor, kıskanıyordum. Yardan gelecek bir mektup beklercesine ayaklarının bağı çözülmüş halde titreyerek olta savurduklarını hayal edip, kızıyordum.

Dostlar dağlarda araya giren zamanın verdiği acıyı dindirirken, ben ayağımda o bildik postallar, üstümde kamuflajlı yeşiller Burdur’da, Piyade Alayında, günleri sayıyordum. Akşamları yorgun ve bitkin dinlenirken , sayılı günler sonra yapacağım alabalık seferleri ile ilgili planlar, haritalar, rotalar, yollar, parkurlar, dağlar, ormanlar kafamın içinde, karlı bir zirveden kopmuş, çağlaya çağlaya gelen bulanık bir ırmak gibiydi.

Zor, ama çabucak geçen sayılı günlerin sonunda, evimdeydim. Hemen hevesime konsantre olup, masada haritalarımla baş başa kaldım. Nereye gitsem, nasıl gitsem, yollar sağlam mı, suların durumu nasıl, yağmur çok indi, dereler bozuldu mu? Böylesine bir kararsızlık içinde saatler, günler birbirini takip etti. Ta ki birkaç gün sonra Ankara’dan gelen süpriz telefona kadar.
Hiç hesapta yok iken gelen bu telefon günler sonra yeniden fitili ateşledi. Malzemeler çıkarıldı çantalardan, eksikler tespit edildi. 2 gün içinde eksikler tamamlandı, makinalar yağlandı, yeni misinalar bağlandı. Gündüzden hazırlanan çantalar, süratle tahliye edilecek şekilde dışkapının yakınında sıralandı. Yiğitcan hazırlıktan anlamıştı, balığa gidiliyor, baba kaçacak dağlara, “yanılıyorsun adam, bensiz gidemezsin, peşini bırakmayacam, bende geleceğim” dedi içinden, o gece de hiç uyumadı. Haftasonuna doğru bir günün sabahında çok erken bir saatte, otogar yoluna mecbur birlikte düştük canım oğlumla. O bitkin, uykusuz ama inatçıydı, besbelli bırakmayacaktı yakamı. Ben o ihtimale karşı kendimi hazırlamaya çalışırken, beklenen misafir, beklenen otobüsten indi, yolun yorgunluğu sabahın mahmurluğuyla. Çantalar alındı, arabanın bagaj doldu taştı. Burak abi ile arka koltuktaki küçük sorunu konuşurken, Yiğitcan dayanamadı en sonunda vurdu kendini uykuya, eve dönüş yolunda. Oğlanı yatırıp yatağına, çantaları süratle evden kaçırdık, arabayla dolaştık biraz yollarda.

Yıllar sonra ilk kez birlikte ava gidecektik, yıllardır ilk kez görüşüyorduk. Zaman ne de hızlı geçmişti. Bu süre içinde ailelerimiz daha da büyümüş, işlerimizde değişiklikler olmuş, konudan konuya atlayarak, sabah kahvaltısı için bir börekçide oturduk. Sonra sanayiye doğru hızla süzüldük, araba eşime lazım olduğu için kiraladığımız başka bir araba ile gidecektik dağlara , arabayı teslim aldık. 2 araba ile tekrar eve dönüp, eşyaları kiralık arabaya tahliye ettik. Planladığımız saatten 1 saat daha erken düştük rotamıza. Yolumuz uzundu, hedefimizde birkaç dere vardı, zamandan tasarruf edersek başka dereleride kontrol edecektik. Sohbet, muhabbet, özlem, alabalık, dereler, dağlar, avlar, derken yol bizi saatler sonra memleketin en güzel köşelerinden birinde, en özel deresine doğru götürürken, bir an önce hedefe varma isteği ve sevgiliye kavuşmanın heyacanı sarıyordu, benliğimizi. Son metrelerde ki zor engeller o an kıramıyor hevesimizi, geçmemiz gereken sorunlu bir dere, çıkmamız gereken kısa ama dar dik bir patika var. Hedefe kilitlenmişiz, kendimizden geçmiş bir şekilde aşıyoruz engelleri. Dereyi ben geçiyorum ayaklarım titreyerek dokunuyor gaz pedalına, Patikanın başında Burak abi kumandayı eline alıp, oturuyor direksiyona, Bu sevda daha neler yaptıracak bize bilmiyorum, aklımı zorluyorum, daha ne yapabiliriz diye kendi kendime soruyorum, ama cevap belli “ ne yapmaz mıyız ki?” Birkaç dakika sonra gizli kalmış bir mabet gibi görünüyor sık ağaçların arasından, az aşağıda tahtaları çürümüş, bakımsız ve eski bir çardak ve hemen altında kutsal bir su akıyor güneş görmeyen, kendi halinde sakin, durgun, berrak ve masmavi ve oldukça edepli. Hiç alakası olmayan bir yere, hiç alakası olmayan bir zamanda acil iniş yapmış bir uçak ve heyecandan dilleri tutulmuş yolcuları gibiyiz, besbelli buraya ait değiliz. Bunu biliyor, sessizce iniyoruz arabadan ve saygıyla selamlıyoruz çevreyi. Usul usul hazırlanıp, huzursuz etmeyelim kimseyi.



Fly larımızı hazırlayıp, avlanacağımız parkurun başına kadar aynı huzurla giderken, kamera ile etrafı çekiyorum, ne kadar özel bir dere, ne kadar özel bir parkur, diye düşünürken kendi kendime, bir ara Burak abi “aha yılan” deyip, zıplıyor hemen birkaç metre önümde. Sessizlik bozuluyor bir anda, bir kaç dakika sonra dereye gireceğimiz noktada buluyoruz kendimizi.



Biliyoruz ki derenin her yerinde bizi bekliyor ev sahipleri, az da olsa tanıyolar bizi artık, birkaç saniye özlem giderip geri salacağız onları, çok meşgul etmeyeceğiz.

Büyük bir heves ve heyecanla başlıyoruz dereyi dokumaya. Başlarda acemelik fırsat vermiyor fly ı istediğimiz yere kondurmaya, sık ağaçlar ve uzun fly kamışları rahatsız ediyor. Burak abi önden çalışa çalışa giderken ben ard arda 2 fly kaptırıyorum çınar yapraklarına, ağaç dallarına. Hevesim kesiliyor, biraz ara verip video çekmeye dalıyorum. Arada bir gözüme kestirdiğim, uygun yerleri yokluyorum. Ne bir taarruz var, ne bir hareket. Dere aynı sakinlik, dinginlik, bilgelikle akıyor. Burak abide beklediği misafirperverliği bulamıyor. Uygun değişik flyları deniyor. Ben düşünüyorum, ev sahipleri tanıdı bizi, taktik değiştirelim.

Parkurun sonuna doğru, derenin en güzel, göze en hoş gelen yerine yaklaşıyoruz, bu noktadan flyla alınacak bir Alabalık dillere destan bir video kaydı verir, öyle muhteşem bir yer.
Burak abinin 50 metre kadar gerisinden gidiyorum. Bir ara bana dönüp, ilerde bir yeri işaret ediyor. Birkaç atış yapıp çıkıyorum dereden. Ben molamı yaparken, Burak abi az ilerde suya deymek üzere olan çınar dalının orada bir alabalığın 3 kez zıpladığını söylüyor. Ben yakınındayım ama göremiyorum. Hemen toparlanıp kıyıda siper alıyorum ağaçları, birlikte aynı yere çalışıyoruz, ses yok, görüntü yok. Burak abi ısrarı bırakıp hızla ilerliyor parkurun kalan kısmına, bense sıkıntı içindeyim, şimdiye kadar karşılığını fazlaca almalıydık, şu emeğin. İçime bir kurt düşüyor, korkuyorum. Burayıda duydular, buldular, yok ettiler dünya güzellerini. İçim içimi kemiriyor. Onlardan bir kişi duysa yeter, sürü halinde gelip her yolu deneyerek, bir gecede bitirirler boşaltırlar dereyi, olamaz, mümkün değil diyorum. Ama beynim kurcalandı bir kere, sinirden kasılıyorum. Birkaç denemeden sonra, bende ısrarı bırakıp mabede doğru sessiz ve yorgun dönüyorum.

Burak abi flyı toplamış, atçek kamışı hazırlamış. Ben de takımlarımı değiştirdikten sonra hızla parkurun aşağısına birlikte iniyoruz. Bu seferde Alabalık alamazsak durum ortada.
Ben düşündükçe sıkılıyorum, Burak abi rahat ve kendinden emin. İlk atışların birinde hemen bir tane yapışıyor Burak abinin meepsine, kamera çalışırken keyifle izliyorum görüntüyü. Nazikçe eline alıp okşuyor ve yumuşakça suya bırakıyor.



Ayrı düşmüş iki seveni birleştirmiş gibi bir gurur var içimde. Burak abi mutluluk tebessümleri içinde, biraz ağırdan toparlanıp, bana fırsat tanıyor. Çok güzel nokta atışları yapıyorum, bu arada yandan gelen taktikler kulağımda. Öyle kötü bir atış geliyor ki o sıra da, nasıl yani bu ne falan oluyoruz ikimizde, yani nasıl bir savurma ve yemi suya indirme anlatamam, Burak abi dalga geçerken zınk diye bir şey yapışıyor. Aldım, diyorum. Şaşkınız.



Kamera benim kavuşma sahnemi alıyor bu sefer. Güzel irice bir balık limitlerin epey üstünde gayet yakışıklı, mağrur. Birkaç resim alıp, nazikçe yolcu ediyoruz. Tamam diyorum, bittim ben. Sinirler boşaldı sevinçten heyecandan elim ayağım dolaştı. Rahat, huzurlu olmanın zamanı geldi. Ben ağır ağır ilerliyorum, Burak abi önümden yoklaya yoklaya gidiyor. Çokda alışık değilim 2 kişi bir derede alabalık avı yapmaya kah geride kalıyorum, kah karşı kıyıya geçiyorum. Burak abi birkaç balık daha alıyor, bu arada yakaladıkça görüntü kamerada çalışıyor. Az ilerde sabah arabayla içinden geçtiğimiz küçük dere ile bizim derenin birleştiği yerdeyim, içimden bir ses ufak dereye gir diyor.

Burak abide rahat rahat avını yapsın. Ufak dereye dönüyorum. 10 metrelik güzel bir su var önümde, Alabalık olması muhtemel. Küçük dere 2-3 ufak parçaya bölünmüş aynı havuza dökülüyor. 10 metre sonra da esas suya karışıyor. Burdan balık alırım ben diyerek ilk atışta suyun içinde taktırıyorum meppsi. Onla uğraşırken suda bir hareketlilik seziyorum. Hemen asılıp yeni mepps bağlıyorum, ard arda 5 balık alıyorum aynı havuzdan. Biri limitlerde, diğer 4 tanesi limitlerin üstünde, biride ilk tuttuğum balığı zorlar. Balık aldımı meppsi, açıyorum boynumdaki kamerayı. Uygun bir yere bırakıyorum, balığı kameranın önüne doğru getirip, filmi çekmeye devam ediyorum, kavuşmanın her anını ölümsüzleştiriyorum, yolcu etmenin mutluluğu yeniden görüşeceğimizi bildiğimden. Yaklaşık 20 dakika oyalandıktan sonra, esas dereye kutsal suya dönüyorum. Burak abi çoktan görünürden kaybolmuş. Burak abinin alabalık gördüğünü söylediği, suya uzanan çınar dalı gözüme ilişiyor, 50 metre kadar ilerde. Oraya gelmeden hemen önceki geniş ve güzel parkurun her noktasını çalışıyorum, titizlikle. Usul usul yaklaşırken kenara, dalın altını hiç yormadan çıkıyorum kıyıya. Bir sigara molası verip yaprağın işaret ettiği, noktaya bakıyorum gözümü ayırmadan. Kendimi hazır hissedip kalkıyorum, savuruyorum meppsi , yaprağın gösterdiği noktaya. Akıntıyla savrulan mepps derin, berrak suda gözüken irice kayaların arasından süzülerek kavis alıp, bana doğru dönerek geliyor, an ve an takip ediyorum. Mepps kıyıya birkaç metre kalmışken birden bir karaltı beliriyor arkasında, ne olduğunu anlamadan yakışıklı bir kuyruk yüzgeci kıvrılarak, nerdeyse suyun dışına çıkmadan teğet geçerek, havayı yalayarak kayboluyor. Ben son hamlede görebiliyorum ancak. O kadar hızlı oldu bitti ki, içimden “sudaki hayalet” diye geçiriyorum sadece, bu yüzden nasip olmadı görmek seni. Hemen makinanın debriyajını yumuşattım, 0,16 misinam bana bir süpriz yapsın istemiyorum, kepçe yoktu yanımda. Ama balık alırsa meppsi, hayaleti yaralamamak lazım, meppsi ağzında bırakmamam şart. Bu sorunu çözecek, balığı düşündüğüm gibi kıyılayacak sanki bu iş için özel olarak yapılmış, ufakcık bir limana benzeyen bir oyuk, üzerine bastığım kayanın dereyle birleştiği noktadaydı, balığı sudan kesmeden o oyuğun içine alacaktım. Heyecanım artmıştı, beynim çalışıyor ama elim ayağım kitlenmişti. Konsantre olamıyordum, 2. atış alakasız bir yere düşüyor, umutsuzca sarıyordum, biliyordum onun evi orada değil. 3. Atış istediğim noktaya indiğinde “sudaki hayalet” in geleceğinden emin ve tedirgin bir şekilde dikkatle sarmaya başladım oltayı. Birkaç saniye sonra zınk diye durdu mepps, kamış kasıldı ve ardından makinanın debriyajı haklı olduğumu haykırırcasına çoşkuyla bağırmaya başladı. Balık kıyıya gelirken arada hamle yapıyor, misina alıyordu. Bu kısacık zaman içinde ben kamerayı açıyorum ve planladığım yere yerleştiriyorum. Mücadele gayet gururlu ve onurlu sona erdi. Limana yanaşmış bir denizaltı gibi oyuğun içine yanaştırdım.





O anları, o mücadeleyi, kendi kendime yaptığım sevinç konuşmaları ve ağzımdan dökülen kelimeleri video ile ölümsüzleştirmiş olmak büyük keyifti. 40-45 cm civarında oldukça yakışıklı, güçlü zinde bir Alabalık. Kibarca meppsi almak için uğraşıyorum, incitmeden kontrol altına almak kolay görünmüyor. Allah’tan bu su dolu yarık var, bi ara denk getirip güzelce kavradım bedenini, meppsi çıkaracam, çıkardım. Aaaaa yavrunun ağzında bir iğne var, üst damaktan girmiş burun deliklerinden birinden çıkmış, paslanmış, erimeye yüz tutmuş. Misina bağlandığı yerden kopmuş olmalı ki, misina kalıntısı da yok iğnenin üzerinde. Şöyle alelacele durum değerlendirmesi yaptım, bunu çıkaramam, zarar veririm, zaten iğne oldukça küçük diyerek ellemedim. İğneyi görünce daha bir gururlandım onun adına, kendilerini tebrik ettim, birkaç resim aldım, yarığa geri bıraktım. Birkaç dakika oturdum izledim “sudaki hayalet’i”, Ben onu izlerken keyifle, o da dinlendi kendince, toparlandı, kendine gelir gelmez debelenmeye başladı, aldım son kez ellerime, çevirdim kafasını dereye doğru. Ben elimi çekmeden fırladı gitti, avuçlarımdan. Bir veda bile etmeden.

Usulca doğruldum oturdum yerden, sonra aheste aheste topladım oltamı, gözlerim onu aradı bir süre daha suda, son bir kez göreyim istedim. Arkama baka baka daldım kayaların arasından belli belirsiz bir patikaya. İçimde taşan çoşku, aklımda hikaye koşar adım vardım kutsal mabete.



Müthiş keyif almıştım, uzun zamandır özlemini çektiğim bu özel derede, bu özel balıkla tekrar buluşmuştum. Bir kavuşma ancak bu kadar görkemli, bu kadar şaşalı olurdu. Burak abi ile buluşur buluşmaz, aynı hikayeyi defalarca anlattım, o da usanmadan dinledi ve defalarca aynı şeyleri sordu. Defalarca izledik kamera görüntülerini. Hava kararmadan soframızı hazırladık, çadırımızı kurduk.



İkimizde mutlu, ikimizde rahattık, ben 7 tane, sanırım Burak abi 13-14 tane alabalık yakalamıştı o gün. Hiç fire vermeden hepsini sağlıklı ve başarı ile suya iade etmiştik, huzurluyduk. Güzel bir yemek ve sohbet geceyi hissettirmedi bize. O zaman bir şeyi daha anladım ki, herşeye rağmen onun gibi özel bir adam olmasa yanımda, bu kadar güzel paylaşmasak bu sevdayı, o anki heyecanı. Bu kadar parlatmayacaktı gönül ışığı o zifiri karanlığı. Sabah erkenden toplandık, geride kalan saatleri anımsayarak mutlu ayrıldık mabetten, daha önceki kavuşmalar ve ayrılıklar gibi, hiç bozulmasın, ellenmesin, bilinmesin dileklerimizle.

Onur Akçay
08-05-2009, Türkiye

Tarih: 28/06/2009
 

Daha önce ilan edildiği üzere, 11 Şubat 2023 tarihinde yeterli çoğunluğun sağlanamaması nedeni ile 1...
yazının devamını oku »

RASTGELE-DER'İN KURULDUĞU 2002 YILINDAN BU YANA AMATÖR BALIKÇILIK İLE İLGİLİ MEVZUATTA NELERİN DEĞİŞİMİNİ, GELİŞİMİNİ SAĞLAYABİLDİK?
Bilindiği üzere Derneğimiz RASTGELE-DER'in Tüzüğünün amaç maddesinde yer alan "amatör balık avcılığı...
yazının devamını oku »

KENE Mİ TEHLİKELİ, YOKSA ÇENE Mİ?
Her sene bir kere, nadiren iki kere fırsat bulduğumuz bir maceramız var. Bu macera 3-4 günlüğüne Kız...
yazının devamını oku »

DOSTLARLA AVLANMAK
Dostluk kavramı herkes gibi benim için de çok değerli bir kavramdır. Bu zamanda dost bulmak tabiri c...
yazının devamını oku »

EŞİM NASIL BALIKÇI OLDU?

Çoğu erkek eşi balık avına çıkmadığı için bu güzel zevkten mahrum kalıyor.Ben bu k...
yazının devamını oku »

Tüm köşe yazıları

İstanbul Ankara İzmir

 

Site içerisinde online olan kullanıcılar (1 kişi)
Kahraman Melek,
tarifler | hakkımızda | iletişim | basından haberler | balık ve kamp malzemesi | trofe | ilk yardım | linkler | rastgele-der ailesi