|
 |
CENNETİN KAYIP MELEKLERİ |
Avın yapıldığı şehir : Kuzey Ege
Hava ve suyun durumu : Mevsim normali
Avda kalınan süre : 30.07.2005 2 gün
Kullanılan ekipman : Döner Kaşık ( Mepps )
Yakalanan avın tür ve boyutları: 20 cm. alabalık |
|
YAPILAN AVIN HİKAYESİ:
2005 Temmuzunun 4. haftası yllık izin planlamıştım. Fakat izin tarihi yaklaştıkça eşimin aynı tarihlere izin almasının mümkün olmadığı anlaşıldı. Bu durumda alternatif olarak balık avı organize etme fikri aklıma gelmişti. Ama eşlik edecek kimseyi bulamamıştım. Aklıma Vedat Abayoğlunun Kaz Dağlarına yapmayı planladığı alabalık seferi geldi. Yalnız kendisini fazla tanımadığımdan Sinan ağabey den aracılık etmesini istemiştim.
Güzel haber tez geldi. Ben de hemen kendisini aradım. Önceden çok kısa aralıklarla görüşmüş, az çok birbirimiz hakkında fikir sahibiydik. Çok sıcak kısa bir sohbetten sonra 20.07.05 Çarşamba günü sabah Sivrice'de buluşmak üzere sözleştik. Gece 3:00 de Kuşadası'ndan yola koyulmuş, sabahın ilk ışıklarıyla Assos yükseltilerinde Sivrice'yi sora sora yol alıyordum. Nihayetinde ufacık bir göl bulunan kavşaktan sola stabilize yola sapmış ve dik bir yamaçtan aşağı kıvrıla kıvrıla inmeye başlamıştım. Ufukta Midilli adası, aşağıda meşe ve zeytin ağaçları arasında tek tük evler. En aşağıya indiğimde yol denize varmış, sağ veya sola dönüyordu. Artık buradan itibaren izcilik önsezilerim işe yaramazdı. Cep telefonumun tuşlarını çevirdim, açtığında bulunduğum yeri söyleyince biraz şaşırmış, bu kadar erken beklemediğini söylemişti. Tarifini aldığım meydanlık yerde kendisini beklemeye koyuldum. Telefonda çok yakında olduğunu, geldiğini görebileceğimi söyleyince ufuktaki yolları taradım fakat nafile, göremiyordum. Sonra telefondayken arkasından gelen motor sesini ben motorsiklete yormuş, oysa balıkçı adamın deniz motoru olması gerektiği jetonunun düşmesiyle bakışlarımı denize çevirdiğimde tır tır tır balıkçı kayığından el sallayarak rıhtıma yanaşmıştı bile.
Karaya ayak bastığında sıcak bir tokalaşma sonrası elindeki kovayı yere bırakmış, mağrur bir ifadeyle üstündeki örtüyü açıp içindeki balıkları gösteriyordu. Kova ağzına kadar doluydu. Önemsiz bir ayrıntıymışcasına da aslında geç balığa çıktıklarını, kimsede balık olmadığını, kendilerinin ise çok daha fazla tutabileceklerini söylüyordu.Sonradan 2 av günü geçirdiğim bu yaşlı delikanlı, kişiliğini tanımlamaya veya karşılaştığım önceki insan profilleri ile karşılaştırıldığında bir kalıba oturtamayacağım kadar değişken ve farklı olduğunu gözlemlemiştim. Pek çok avcı tanımış ve hatta kendim bir avcı ruhuna sahip olmama rağmen avcılık eylemini böylesi derinden teneffüs eden biriyle ilk kez olta sallayacak olmam beni heyecanlandırmıştı.
Balıkları kooperatif binasının önüne getirdiğimizde çevreden insanlar birer birer yanımıza gelmiş ve etrafımızı sarmıştı. Ölçülen balık 9 kiloydu. Vedat abi nin keyfi yerine gelmişti. Göz ucuyla etrafı gözlemiş, kimsenin kendi kadar tutamadığı başkalarınca da tasdik edilince iyice rahatlamış gibiydi. Türlerine göre ayrılan balıklar teker teker alıcılarına teslim ediliyordu. Bu arada mahçup bir edayla bana doğru ticari avlanma belgesini gösterip, amatörlüğü manen sürdürdüğünü, gelirinin bir kısmını bu yolla elde etmek zorunda kaldığını belirtme gereği hissetmişti. Sanırım gruptan ve çevresinden bu konuda biraz çekincesi vardı. Neticede balıklarımızın bir kısmını kendimize ayırıp kalanını sattıktan sonra hemen biraz ileride, suyun kıyısında yer alan ahşap bir barakanın önündeki tahta masalarda oturmuş, Vedat abinin arkadaşları ile laflamaya koyulmuştuk. Buradaki insan profilinden ve de daha önceki okuduklarımdan bildiğim İstanbul'un pek çok şair, yazar ve edebiyat çevresinden insanların buraları mesken tuttuğuydu. Hepsi kalabalık yığınlardan kaçmış, ya ilham peşinde, ya huzur peşinde veyahut bizim gibi balık peşindeydi. Yerli ve kentli candan insanların olduğu pek güzel bu ortamdan Kaz dağlarına doğru çıkacağımız uzun yolculuğa hazırlanabilmek üzere vedalaştık.
Önde Vedat ağabeyi takip ederek yakındaki evinin yolunu tuttuk. Küçük bir yalağın yanından sağ stabilize yola sapmış, evinin önüne arabalarımızı park etmiştik. Bizi karşılayan sevimli kedi ve köpekleri arasından evin içine girdik. Hemen evin ana kapısından girişte oturma grubu ve arkada açık bir mutfak vardı. Evin sağ ve solunda da odalar mevcuttu. Pek düzenli sayılmazdı. Herşey etrafa serpiştirilmiş gibiydi.Vedat abinin karakterini yansıtıyordu sanki. Yaşamışlığı tüm yoğunluğuyla hissdebiliyordun. Bana eski bir zarfın içinden çıkardığı fotoğraflarını uzattı.Hazine bulmuşcasına daldım aralarına. Her resmin bir hikayesi vardı elbet. Hepsini soramayacağımdan en beğendiklerimi özenle seçip soruyordum. Nice hikayelerini peşi sıra anlatıyordu. Bu kadar hikaye üzerine bugün avlanacağımız yerleri anlatmaya koyulduğunda ellerim karıncalanmış, dizlerimi ritmik bir halde yukarı aşağı oynatığımın fakına vardım. Bunu heyecanlandığım vakitler yapardım. Sabırsızlık had safhadaydı. Artık yola koyulma vaktimizin geldiğini belirttiğimde Vedat ağabey de eşyalarını toparlamış, evdeki arkadaşlarına yavrularım dediği kedi ve köpeklerine nasıl bakmaları gerektiğini izah ediyordu. Arabaya atladığımızda saat öğlen 11:30 olmuştu. Yakındaki yerleşkeden rehberimizi almak üzere Kaz dağlarına doğru yola çıktık.
Rehberimiz Ali evinde çok güzel karşıladı bizi. Kısa bir sohbetten sonra yola koyulduk. Yenice yolundan dağların arasına batı kısmından , Kalkım yerleşimi tarafından giriyorduk. Birkaç saatlik yolculuktan sonra orman içindeydik. Stabilize yoldan iyice içerilere girmiş, Ali ile koyu bir sohbete dalmıştık. Ondan buralar hakkında olabildiğince bilgi temin etmeye çalışyordum. Bu esnada önceki bir hafta boyunca uykusuz kaldığından Vedat ağabey arabada fırsat buldukça uyukluyordu. Arabayı ormancılardan saklayabileceğimiz sapağa geldiğimizde durduk. Biraz yol düzenlemesi neticesinde arabayı ağaçların altına sokabilmiştik. Büyük bir heyecanla hep birlikte oltlarımızı kuşanmış, stabilize yola çıkmıştık. Yalnız dere hiç umduğumuz debide ve büyüklükte değildi. Aşağıda bir kol daha katılıyor, suyu artıyordu. Oradan itibaren Vedat ağabey ile ikimiz avlanacak, Ali ise katılan ikinci dereden yukarı doğru çıkacaktı. Programızı yaptığımız esnada duyduğumuz araba sesine irkilmiş, ormancı olabileceği şüphesiyle hızlı adımlarla stabilize yoldan orman içine sapan bir düzlük bulmaya çalışıyorduk. Ama hiç düzlük bulamamış, tüm kısımlar aşağı dereye doğru dik yeşilliğin arasından iniyordu. Araba sesi iyice yaklaştığında artık aranmanın bir anlamı olmayacağını düşünerek kendimi yamaçtan aşağı bıraktım. Peşimden Vedat ağabey atladı. Yarı kayarak, yarı düşerek bir dala tutunmuştum, Vedat ağabey de az yukarıda bir dala tutunmuştu. O arada araba yukarıdan umduğumuz gibi bizi görmeden geçip gitti. Ama biz de arabayı görememiştik. Böylelikle bu kadar heyecan ve cefa ya değip değmediğini de öğrenememiş olduk. Kendimi Harison Ford'un “Kaçak” filminde olduğu gibi hissetmiştim. :-)Haklı mücadelem için güvenlik güçlerinden kaçmak için suyun çağıldayıp boşluğa doğru aktığı yerden kendini suya bıraktığı sahne geldi aklıma. Durumum onu andırıyordu.
Dikkatlice aşağı, derenin kıyısına indik. Dere umutsuzdu ama yapacağımız fazla birşey de yoktu. Uygun yerlerinde at çeke başladık.
Dere boyunca ilerlemeye devam ettik. Kimi yerlerinde muazzam güzel aynalar vardı. Hepsinde umutla mepps düşürüyorduk fakat sonuç hep hüsrandı. Tek bir canlı belirtisi yoktu. Vuran, peşinden gelen....hiçbirşey.Su bir alabalık deresine göre hem çok zayıf akıyor hem de yeterince soğuk değildi. Bunların hepsi olumsuzluklardı. Sanırım rehberimiz bizden akıllı davranmış, suyun aşağısı yerine yukarıyı yeğlemişti. Niye düşünemediğimi sonradan kendi kendime hayıflanmıştım. Biz de 1 saatlik bir denemeden sonra Vedat ağabey ile arabaya dönüp Ali'yi beklemeye karar verdik.
Ali yemli avlanıyordu. Bu dereler de tam onun istediği gibiydi. Hiç bir kıstırma kullanmadan solucanı iğneden boyluboyunca geçiriyor, 4 metrelik kamışıyla uzaktan akıntıya bırakıyordu. Balık tutacağından emindim. Nitekim 7-8 tane irili ufaklı balıkla dönmüştü. Balığı elime alıp incelediğimde beklediğimden renkli ve güzeldi balıklar. Bu coğrafyanın alabalığının kuzey bölgelerimiz gibi renkli mi yoksa güneydekiler gibi mat mı olduğunu çok merak ediyordum. Neticede kuzey Ege, kuzey zonu ( karadeniz ala sı ) alabalıkları gibi belirgin kırmızı benekleri ve de şaşırtıcı olarak yağ yüzgecinin normalden koyu bir kırmızı rengi mevcuttu. Çok etkileyiciydi.
Hava kararmaya başlamış, bu dere kıyısında gecelemenin pek bir anlamı olmayacağına kanaat getirerek aşağıdaki yerleşkede Ali’lerin evinde yatmayı, sabah erkenden de suyu gür başka bir dereye gitmeye karar verdik. Akşamleyin güzel bir alabalık ziyafeti üstüne tatlı bir sohbetten sonra hazırlanan yataklarımızda kafamı yastığa koymam ile uykuya dalmam bir oldu.
Sabah 5:30 da Vedat ağabey alışkanlık gereği uyanmış ve bizleri de uyandırmıştı. Ali gideceğimiz yerin uzak olmadığını söylemişti. Kaz dağlarının içlerine bu sefer deniz tarafından girecektik. Anayoldan zeytin ağaçları arasına dalan belli belirsiz bir tali yola sapmamı söylediğinde saat 6:00 civarındaydı. Bir köyün yanından geçmiş, doğal çam örtüsü altından stabilize bir yolda yol alıyorduk. İyice yükselmeye başlamış, dere altımızda ki kanyondan akıyordu artık. Yoğun bitki örtüsünden aşağıdaki suyu henüz görememiştik. Yarım saatlik bir yolculuktan sonra Ali arabamızı saklayabileceğimiz ara bir girişe doğru beni yönlendirdi. İyice içeri girip arabayı yoldan görünemeyecek şekilde ağaçların arasına yerleştirdik. Kaz Dağlarında öğrendiğim kadarıyla yoğun olarak ticari avcılık yapılmakta. Bu ve Milli Park sınırları olduğundan ormana giriş çıkışlar sınırlamış, derelere giden yolları zincirle kesmişler. Ama Milli Park sınırlarının nerden başladığı, nerde bittiği belli olmadığından herhangi bir ormancıyla karşılaşmayı istemiyorduk. Anlamsız bir münakaşa hem keyfimizi kaçırır, hem de bizi avdan ederdi. Trajik bir durumdu bu elbet. Belki bu yüzdendir ki müthiş bir yabanıl yaşam mevcut, fakat aynı şeyleri alabalık stokları için söylemek çok zor. Buralarda uygulandığını duyduğum nice yasadışı avlanma yöntemin sonucu balık sayısının niye bu denli az olduğunu anlamak güç olamamakta.
Uzun bir yol bizi bekliyordu. Arabayı sakladığımız yerden stabilize yola çıkıp yokuş yukarı yoldan 20 dakika yürüdükten sonra sola orman içine doğru bir keçi patikasına saptık. Vadi dibine inmiş, küçük bir derede soluklanmak için mola vermiştik. Isı yavaş yavaş artıyor ama yoğun orman örtüsünden direkt güneş ışığına hiç maruz kalmıyorduk. Kısa soluklanmadan sonra rehberimiz Ali önde, ben ortada ve de Vedat ağabey de arkadan tek sıra patikadan yukarı doğru yol almaya başladık. Uçurum kenarlarından, antik kalıntıların yanından 1 saatlik uzun ve yorucu bir yürüyüşten sonra Ali metrelerce altımızda akan dereye inme vaktinin geldiğini söylediğinde gözlerimizin içi parlamıştı.
En nihayet suya ulaşacaktık. Yalnız iniş hiç gözüktüğü gibi değildi. Kaya duvar inişe izin vermeyen cinstendi. 90 derecelik dik pürüzsüz kaya blokları. Ayak koyacak yer yoktu. Kısa bir araştırmadan sonra taşların basamak yapmış olduğu bir noktadan inmeye karar verdik. İnişimiz zorlu olmuş ama indiğimiz noktada gördüğümüz manzara beni büyülemişti. Ufak bir çağlayanın aktığı dibi gözükmeyen bir aynanın hemen yanıbaşındaydık. Ben oltamı inerken kapattığımdan ve de tekrar açıp hazırlamam esnasında Vedat ağabey çağlayanın hemen önüne meppsini düşürmüş, yavaş yavaş çekiyordu bile. Vedat ağabeyi takip etmekten meppsi hala bağlayamamış, içim içimi kemiriyordu. Nihayet son düğümü de atmış, suya meppsi düşürebileceğim bir nokta aramaya koyulmuştum. Bir yandan da gözüm Vedat ağabey in çıkaracağı bir sevinç nidası, oltasının gerildiğini görmek gibi bir beklenti içindeydim. Birkaç atıştan sonra Vedat ağabey umudu azalmış, aynanın farklı noktalarına doğru birlikte savurmayı sürdürdük.
Aynadan umudu kestikten sonra dere yukarı yürmeye başladık. Su pek çok yerde böyle aynalar oluşturuyordu. Çok keyifli bir parkurdu. Hemen avın başlarında küçük bir havuza attığım meppsimin ucunda kendini su dışına atan alabalığımı görünce keyfime diyecek kalmamıştı. Gözüme ve de gönlüme hitap eden bir coğrafyada avuçlarıma yayılan o titreşime kavuşmuştum yine. (Altta 19,5 cm lik Kaz Dağları alabalığı) Sevgiliye kavuşmuştum en nihayet.
Yukarılara doğru devam ettiğimizde derenin dirsek yaptığı bir noktaya varmıştık. Çınar ağaçlarının gölgelediği birkaç aynanın olduğu çok güzel bir noktaydı. Vedat ağabey uzaktan bana aynayı gösterip oraya atmam için işaret etmişti.O esnada o da daha sığ bir aynaya atıyordu. Atış yapabileceğim noktayı gözüme kestirmiş eğilerek o noktaya vardım ve atışlarıma başladım. Bir aynaya ilk atış çok önemliydi. Onu iyi bildiğimden ilk atışlara çok önem veririm. Suya düşürdüğüm meppsi yavaş yavaş çekmeye başladım. Birinci atış, ikinci atış.... herhangi bir gerilme veya peşinden gelen yoktu, ummadığım gibi. Aynaya yaklaşarak başka noktalarına düşürdüm... ama sonuçsuzdu. O esnada Vedat ağabey in sesini duydum. Güzel haberleri vardı herhalde diye bu aynaya olta atmayı bırakarak ona doğru hızlı adımlarla yöneldim. Derenin dirsek yaptığı yerin benim demin atış yaptığım noktanın çaprazına düşen gölge bir kısmıda suyun içinden karşı tarafına atışlarını yapıyordu. Heyecanla buralara göre güzel ebattaki bir balığı yanına kadar getirdikten sonra kaçırdığından hayıflanıyordu. Hepimizin içini yine umut kaplamıştı. Neticede biraz yukarıda Vedat ağabey de bir tane almıştı. Büyük bir şevkle devam ettik. Yukarılarda da güzel aynalarla karşılaştık. Fakat kısmetimizde başka balık gözükmüyor gibiydi. Kanyonun geçit vermediği bir kısmında yine sarpa vurduk kendimizi. Geçit vermeyen kayaların etrafından dolaşarak yine dereye indik. Güzel aynalar, derin sular fakat tek bir kıpırtı yoktu. Ali'nin önerisiyle bu dereden ayrılıp daha önceden Vedat ağabey ile gitmiş oldukları dereye gitme kararı verdik. Ama saat 13:00 ü bulmuş ve acıkmıştık. Eşyalarımızı kenara koyup, Ali'nin sırt çantasından çıkardığı köy peyniri, zeytin, domates ve ekmeği iştahla yemeye koyulduk. Dereye daldırdıp avucumuza doldurup içtiğimiz su da canımıza can katmıştı. Artık zorlu bir geri dönüşe hazırdık.
2 saate yakın bir sürede ben arabaya varmış, daha erken bir kısımdan patikayı takip edip stabilize yola çıkacak Ali’yle Vedat ağabeyi almak üzere kontağı çevirdim. Gideceğimiz dere bu derenin yan kollarından biriydi. Daha içerilerdeydi. Çok dik ve dar bir vadinin içinden kendine yol açmıştı. Vedat ağabeyler birkaç hafta evel Ali ile buraya gelmiş, ufak fakat sayıca tatminkar balık aldıklarını söylemişlerdi. Dereye vardığımızda su namına bir belirti yoktu. Yol dere üstünden betonlanmıştı. Ve sanırım altına birkaç boru yoluyla akıntısına devam ediyodu. Yolun dereden geçtiği kısmın sağ ve solunda kaya bloklar vardı. Biraz vakit geçirdikten sonra dereye yukarı kısımlarına Ali ile birlikte girme kararı verdik. Vedat ağabey hem benim daha rahat avlanmam, hem de istirahat etmek istediğinden arabada kalacaktı.
Kaya bloklarını aşınca dere karşımıza çıktı. Suyu fazla olmayan ama güzel aynaları olan, iki tarafı önceki dereye benzer düz kaya kütleleriyle çevriliydi. Teknesi çok derin bir dere olduğundan çok da gölgede kalan bir dereydi. Bu durum beni umutlandırmıştı çünkü hep ölü saatlerde balığa ulaşıyor, o da verimimizi düşürüyordu. Oysa şimdiye kadar balığı hep ya gölgeden veya akınıtıdan almıştık. Büyük aynaların hiçbirinde balık kıpırdamamıştı. Elbette bu bir tezdi ve de kanıtlamak da, çürütmekte benim elimdeydi. Tersine çevirdiğim akıntılı yerlerden birinde ortalama bir balık çektim. Güzel bir başlangıçtı. Sonraki atışlarımda ise mepps boyundan az büyük birtane gelmiş, incitmeden suya salmıştım. Yukarılara doğru su aynalar oluşturuyor, meppsi daha fazla suda döndürme imkanı tanıyordu.
O vakte kadar hissetmediğim yorgunluk ve uykusuzluğum artık nüksetmeye başlamış, atışlarım bozuk ve de balıktan çekincesiz atışlar yapmaya başlamıştım. Kendimde farkettiğim bu belirtiler neticesinde daha yukarılara gitmeyip geldiğim parkuru geri avlayıp arabaya dönme karar verdim. Ali'nin aslında bundan sonrası balık yapar demesine aldırmadan ondan ayrılıp ben arabaya, o da daha yukarıları da avlayıp 1 saat sonra dönmesi üzerine anlaştık. Arabaya vardığımda Vedat ağabey Candan Erçetin kasetini yüksek sesle dinlerken bulmuştum. O parçanın kendisi için bir anlamı olduğunu, o yüzden duygulandığından gözlerinin yaşlandığını söylemişti. Balık avladığımız esnada sıkılmadığına sevinmiştim.
Kaz dağlarında avladığım tüm sular Temmuz ayında olmamıza rağmen Türkiye'deki diğer alabalık suları içinde gayet tatminkar debi deydi. Fakat maalesef alabalık cenneti olabilecek bu sularda ne boy, ne de popülasyon seviyesi tatminkar düzeyde. Bunun başlıca sebebi bilinçsizce yapılan yoğun avclıktır. Bundan önceki yıllarda alabalığın varlığını sürdürebilmesine etken en önemli faktör coğrafi zorluk iken, bugünkü teknolojik gelişmler ve de dünya nüfüs artış hızı neticesinde insanlar en zor coğrafyalara dahi ulaşma, tarıma /yerleşime açma ve de avlama kabiliyetine ulaşmışlardır. Bu yüzdendir ki alabalık varlığının devamı, coğrafi zorlukların da kalkması neticesinde, insanoğlunun bu balığı özel olarak koruma bilincine erişmesine bağlıdır. Veya bu güzel balığı da maalesef gelecek yıllarda kültür balığı olarak görebileceğiz. Bu dağlardan doğan cennet gibi sular da meleklerinden yoksun bir halde akmaya devam edecektir.
Burak KALAÇ (30 TEMMUZ 2005)
|
 |
|
|
|
 |
|
Daha önce ilan edildiği üzere, 11 Şubat 2023 tarihinde yeterli çoğunluğun sağlanamaması nedeni ile 1... |
yazının devamını oku » |
 |
 |
RASTGELE-DER'İN KURULDUĞU 2002 YILINDAN BU YANA AMATÖR BALIKÇILIK İLE İLGİLİ MEVZUATTA NELERİN DEĞİŞİMİNİ, GELİŞİMİNİ SAĞLAYABİLDİK? |
Bilindiği üzere Derneğimiz RASTGELE-DER'in Tüzüğünün amaç maddesinde yer alan "amatör balık avcılığı... |
yazının devamını oku » |
 |
 |
KENE Mİ TEHLİKELİ, YOKSA ÇENE Mİ? |
Her sene bir kere, nadiren iki kere fırsat bulduğumuz bir maceramız var. Bu macera 3-4 günlüğüne Kız... |
yazının devamını oku » |
 |
 |
DOSTLARLA AVLANMAK |
Dostluk kavramı herkes gibi benim için de çok değerli bir kavramdır. Bu zamanda dost bulmak tabiri c... |
yazının devamını oku » |
 |
 |
EŞİM NASIL BALIKÇI OLDU? |
Çoğu erkek eşi balık avına çıkmadığı için bu güzel zevkten mahrum kalıyor.Ben bu k... |
yazının devamını oku » |
 |
|