Tutulan tek balığın geridönüşü...
Hafta sonuna doğru yine kurtlanma başlamış ancak ekibi bir türlü kuramıyordum. Fishing dünyevi işlerle meşgul, Doktor ise deplasman aşkıyla yanıp tutuşuyordu. Kerem ile muhtelif defalar yaptığımız msn ve telefon görüşmelerine istinaden cumartesi sabah gitmeye karar vermiş ancak kararımızı benim yüzümden uygulayamamıştık. Hesapta olmayan rastlantılar nedeniyle ben de cumartesi öğleden sonrası ve akşamını sanayide harcamıştım.
Pazar sabaha karşı yola çıkabildik. Hafta boyu bende sükun eden dalgınlık halen devam ediyordu. Saatlerin bir saat geri alındığını atlamış ve avlağa ancak gün ışıdıktan sonra varmıştık. Sazan avı dediğin kısa süreli olmaz; avlakta en az bir gece geçirmek, avlağı yemlemek, sabretmek gerekir. Oysa biz zaten kısa olan kış gününde kısa bir av yapacaktık ve hali hazırda oldukça vakit kaybetmiştik. Ancak amaç av değil birlikte olmaktı. Yan yana sandalyelere kurulup çay keyfi yapmaktı. Günü yakalamak ve tadını çıkarmaktı. Nitekim öylede oldu. Asıl amacımıza ulaştık.
Arabadan eşya taşımak, kamış ve makineleri çantalardan çıkarmak, takımları kurmak ve sermek neredeyse bir saatimizi aldı. Saat 08.00 itibariyle 6 takım sudaydı.
Yemleme yapmadık desem yeridir. Yemlemeyi suda eriyen iple sadece iğne başında yaptık. Bu tarz bir yemeleme sadece hedefi işaret eder; aslında bir yemleme değildir. Amaç orada olmak ve keyif sürmekti, zillerde çalarsa bonus olacaktı. Bu rahatlıkla, ilk çayın ardından ve geceler boyu uykusuz kalmanın etkisiyle devrilmişim. Devrik kaldığım 4 saat boyunca muhtelif defalar gaza getirilmek istendimse de cüssemi bilen benim yattığı m yerden kolay kolay kalkmayacağımı bilir. Saat 12.00 suları tam olarak uyandım. Bu süre zarfında bizim oğlan benim beyaz misinalı takım ile atış yaparken misinayı koparmış, muradına ermişti. Daha fazla takım kaybetmemek için beyaz çin misinasını şeffaf yeşil tondaki japon akrabasıyla değiştirdik. Bu japonu 3 aydır kullanıyorum ve oldukça memnunum, isteyenlere özelden marka model verebilirim. Unutmadan çapı 0.47 mm.
Öğle üzeri, en başta olan Kerem’in oltası çınladı. Mürdüm eriği takviyeli olta düzeneği bugün de mi iş yapacaktı. Ben hemen sabit kameranın başına geçtim. O da ne “kopardın mı” diye seslendim. Aramızdaki mesafe 50 metre var misina kopmuş gibi çekiyordu. Balık yakına geldiğinde biraz olsun gerildi misina. O güne kadar mürdüm eriğinin yakaladığı en küçük balık vardı iğnenin ucunda. 25 30 cm civarı bir aynalı. Beş saniye içinde fotoğraflanmadan yuvasına döndü. Günün sessiz ve sakin geçeceğini önceden bilmemize rağmen insan yinede bir aksiyon beklentisini içine ister istemez giriyor. Neden sonra laf döndü dolaştı her seferinde inatla temizlediğimiz avlağın yine pislenmesi konusuna geldi. Bunu yapanlara hayvan denilip denmeyeceğini uzun uzun tartıştık Keremle. Her ayağa kalkışımızda bir pislik elimize alıyor akşama doğru yakacağımız birikintiye bırakıyorduk. Tabi bunu yaparken pislik sahiplerine iyi niyet dileklerimiz de göndermeyi unutmuyorduk.
Uzun bir sessizliğin ardından yine aynı olta aksiyon verdi, Kerem yine direksiyonda, ben anında mpeg de… Peşi sıra hemen soyunmaya başladım. Kepçeyi aldığım gibi daldım suya. İlk vuruşlardan oldukça iri olan balığı fark etmiş ve hiç vakit kaybetmeden sıralamayı bozarak suya ben dalmıştım. Sonradan mpeg i izlediğimde balığın en az 7-8 kilo olduğunu iddia edebiliyorum. Kamış Kerem’in elinde olduğu için o daha başarılı bir tahmin yapabilir. Bu çocuk sazanlara karşı bence aşırı duygusal! Onu incitmeden çekmek ister hep. Öylede yapar. Artık siz takdir edin. İlk tasmanın ardından balığı askıya aldı ve makineyi sarmadı. Derdi kamışı bana vermek ve kepçeye geçmek. Ben de aksi adamım, ilk bir iki dakika dinlemedim onu ve suda kaldım. Ancak unuttuğu bir şey vardı, avlağın o kısmında daha önce iki defa takıldığımız ve birkaçını yerinden sökmeyi başardığımız ağaç kümesi vardı. Balık kendini oraya attı, öyle tahmin ediyorum. Sonradan razı olup kamışı elime almadan beş saniye evvel kamışın aksiyonunun kesilmesinden belliydi. Kamışı elime aldığımda ne vuruş vardı ne de balık belirtisi. Ciddi takılmıştı ya da misina bir ileşkene dolanmıştı. Kırk elli metre yer değiştirmeme, misinayı boşlamama rağmen balığı oradan çıkartamadım. On dakikalık bir uğraşın ardından her nedense kamışı kendi başına bırakmak yerine misinayı kopardım. Aslında bunu yapmamalıydım.
Kerem’i kamış ile baş başa bırakıp yeni bir takım almak üzere takım çantasına yöneldiğimde az önce yaşadığım hayal kırıklılığının etkisiyle hemen arkamda boşalan makaranın vızlama sesini duymamışım. Kerem’in “abi abi” diye seslenmesiyle farkına vardım. Bait runner makine hızla boşalıyordu. Bir an içimden videosunu çekmek geldi, mizansen olmadan, yalın ve gerçek. Ancak makineye dikkatli baktığımda 150 metre sarılı misinanın neredeyse bitmek üzere olduğunu fark ettim. Hal böyle olunca kamışı kaptığım gibi tasmayı attım. Kamış 50 – 100 gr atarlı eski, kısa ve zayıf bir kamıştı. Olanca dikkatimle balığı kullanarak çekmeye başladım. Kamışı zorlamadan ve makineyi sarmadan geri geri yürüyüp, ileri gelirken de sarmaya devam ettim. Bu şekilde balığı kepçeye kadar getirdim. İlk tasmada “küçük küçük” diye seslenmiştim Kerem’e. Üç ya da dört kilo tahmin ettiğimiz aynalıyı çok fazla dışarıda bırakmadan kısa bir fotoğraflama ile yuvasına geri gönderdik.
Kerem’in gözleri parlıyor yüzü gülüyordu. Birisinin de benim yüzümdeki ifadeleri yakalamasını ne çok isterdim, zira merak ediyorum o anları...
Daha sonra aksiyon olmadı, akşamüstü çay keyfi ve hemen ardından yapılan çevre temizliğini takiben kampı topladık. Sona kalan takımları da topladıktan sonra keyifli geçen bir günün ardından güzellerimizin bir dahaki sefer için bizi orada beklediğinin verdiği haz ve mutluluk içerisinde Ankara’nın yolunu tuttuk. Yol arkadaşım bu sefer uyumadı. Onca ısrarıma rağmen direksiyon başında beni yalnız bırakmadı. Nitekim; güneşli, ılık, kısa ancak çok keyifli bir gündü.
Teşekkürler küçük dev adam…
Tuncay UYANIK (Kasım 2008)