» üye girişi » sitemize üye olun
   
18 Şubat 2023 Cumartesi günü yapılan 10. olağan genel kurulumuz sonucunda yeni yönetim kurulumuz seçilmiştir. Eski yönetim kurulu üyelerimize teşekkür eder, yeni yönetim kurulu üyelerimize başarılar dileriz....             
 
KENE Mİ TEHLİKELİ, YOKSA ÇENE Mİ?
Her sene bir kere, nadiren iki kere fırsat bulduğumuz bir maceramız var. Bu macera 3-4 günlüğüne Kızılırmak üzerindeki Altınkaya barajında balık avı ve kampın birleşiminden oluşan, tabiatla baş başa geçen, Allah'ın değişik sıfatlarının cisme büründüğüne birebir şahitlik edebildiğimiz, bu yüzden de son derece keyifli yaşanan birkaç gün demek. Ancak baraj Samsun’da biz de Sakarya’da olduğumuzdan maceranın önemli bir kısmının yolda geçtiğini tahmin edebilirsiniz.

Geçen seneki maceramız da, uzun süre beklemiş olmanın getirdiği sabırsızlıkla daha bir ay evvelinden ön hazırlıklarla başladı. Bu seferde yanımızda senelerdir birlikte çok zaman geçirme fırsatı bulamadığım kardeşim Semih'de var. Üçüncü kişi ise 20 senelik dostum Abdullah.
Semih ailenin en küçüğü olduğundan, yol öncesi annem durmadan telefon edip, evli barklı 33 yaşında koskoca adamı bana çocuk emanet eder gibi binbir tembih ile emanet ediyor.
En büyük korku ise durmadan anlatılmaktan çenelerde hatırı sayılır yer edinmiş olan keneler…
Zira orta ve kuzey Anadolu bölgesi özellikle Kastamonu, Çankırı, Çorum, Samsun, Yozgat ve Sivas çevreleri yoğun kene ısırığı hastalık ve ölüm haberleri ile çalkalanıyor. Eh bizim adres de Samsun, yol üzerinde de Kastamonu, Çankırı ve Çorum olunca herkes içinde gidiş dönüş 15 saat geçireceğimiz trafik canavarını unutup keneye konsantre oluyor. Gerçekten o yolda meydana gelen kazalarda ölenlerin yoldan geçenlere oranı, keneden ölenlerin bölgede yaşayanlara oranının 100 katı civarında. Yani esas tehlike olan trafik canavarı dururken herkesin çenesinde sadece kene canavarı var.

Gazete ve TV haberlerinde çare olarak pantolon paçası çorabın içine sokulmalı denilince, daha yola çıkarken ağustos sıcağında çorap ve açık renk pantolonlar giyiliyor. Halbuki bu havada uygun boyutta ince kumaştan bir şort bile fazla…

Bolu’yu geçer geçmez girilen kene bölgesi ve öncesindeki kene konulu çene yarıştırmaları yüzünden yüzler gerilmeye başlıyor.. Durulan her çay molası ve yakıt ikmalinden sonra arabaya tekrar binerken 3 kişi birbirini detaylı kontrole tabi tutuyor. Vücuttaki her ben veya doğum lekesi potansiyel ölüm tehlikesi!
Gece boyu süren yolculuktaki tatlı şekerlemelerde görülen rüyalar balık konulu tatlı düşler olacağına kene konulu korkunç kabuslardan ibaret. Ama yoldaki kabuslar ve korkular gerçekten hiçbir şey değilmiş, zira baraj kıyısına yanaştığımız anda esas kabus bastırıyor.
Biz su kenarında botumuzu şişirirken Semih sürprizi çıkarıyor cebinden. Kürdan gibi garip bir alet bu. Almanya’dan gelmiş, aletin adı kene çıkarma aparatı! "Kene yapışırsa kendiniz çıkarmayın ben bununla hallederim" diyor. Abdullah bir la havle çekip eşyaları bota atmaya devam ediyor. Ben kıyıya bağlı botun içindeyim. Abdullah’ın bota yerleştirmem için ekmek çantasını bana fırlattığı anda bacağıma çarpan bir gece kelebeğini kene refleksi ile kovmaya çalışmam yüzünden tutamadığım çanta suya düşüyor. Çantadaki 2 ekmek su çektiğinden bu kampta biraz daha az yemek zorundayız artık. Keneye yani çenelerdeki keneye ilk fireyi veriyoruz.

Derken eşyalar bota yükleniyor. Abdullah ve Semih’i bota alırken ikisini de gece karanlığında fenerle kene kontrolüne tabi tutuyorum. Abdullah keneyi umursamaz görünse de tam teşekküllü muayeneyi reddetmiyor, istemem yan cebe koy gibilerden. Semih'in üzerini kontrol ederken ise dengeyi kaybedip baraja düşüyorum. Gece vakti kene korkusuna boğulma riski ile karşı karşıyayım. Allahtan panik yapmıyorum ve yüzme de biliyorum bir bakıma serin serin iyi de geliyor ama yine de karanlık sularda fazla kalmak istemeyip hemen kıyıya çıkıyorum. Bu sefer üstümü değiştirme telaşı ile soyunmaya başlayınca Semih; "Abi bota gel burada giyin, araya kene girmesin maazallah" diyor. Neticede keneden çekmediğimizi çeneden çekmeye devam ediyoruz. Suya düşüş, eşittir ikinci kene firesi.

Motoru çalıştırıp yeni ağarmaya başlayan günün zayıf ışığında kamp kurup avlanacak uygun bir kıyı arıyoruz. Altınkaya barajı kıyılarının %95’i çok dik yamaçlardan oluşuyor. Buralara çadır vs. kurup avlanmak çok zor. Hem balık olan hem de kampa uygun nisbeten az eğimli nokta çok zor bulunuyor. Yarım saat tam gaz gittikten sonra kıyısında balıkların durmadan atlayıp zıpladığı düz bir alan buluyoruz. Hevesle yanaştığımızda yerde kurumuş gübreye rastlayınca buranın süt hayvanlarının bol gezdiği ve sulandığı bir yer olduğunu anlıyoruz. Kenelerin daha önce bu hayvanlar üzerinden düşüp bizi fark edince aç karnına bize yapışma riski olduğundan bu güzelim mekandan vazgeçip başka yer aramaya başlıyoruz. Fakat hemen bulamıyoruz. Gezmekten sıkılınca nisbeten az dik bir yamaçta karar kılıyoruz. Az dediğim 40 derece civarında bir eğim. Her yer 60-70 derece olunca iyi gibi görünüyor. Bu zor yere malzeme indirirken her birimiz birer ikişer kayıp ufak tefek yaralanıyoruz. Ben biraz belimi incittiğimden tadım peşinen kaçıyor. Bu da kene korkusunu yayan çene yarıştırmalarının bize vurduğu üçüncü darbe oluyor. O saate kadar bir tane kene görmedik ama çenemiz günlerdir keneye çalıştığından bizim için keneden daha tehlikeli durumlar ortaya çıkarıyor.

Kamp sonrası kene korkusundan birbirimizi durmadan tedirgin edip, kaç tehlike daha atlattığımızı uzun uzun yazarsam web editörünü zor durumda bırakacağım. Bu sebeple son olarak dönüş yolunda bir sivrisinek ısırığı yüzünden aniden direksiyonu bırakıp elimi enseme götürdüğümde yaşadığımız trafik kazası tehlikesinden bahsedip sonlandırıyorum ki, en az kene kadar büyük bir riskin, bunun ortaya çıkardığı tedirginlikler olduğunu tam olarak tespit etmiş olalım.

Anlattıklarım hep yaşanmış olaylar, hem de daha geçen sene, ama işe mizahi değil, daha ciddi bir bakış açısından yaklaşırsak konuyu şu şekilde ele almak uygun olacaktır.

Gerçekten ülkemizde son birkaç yıldır gündemi meşgul eden bir afet var. Bu afetin adı keneler ile bulaşan Kırım Kongo Kanamalı Ateşi hastalığı (KKKA).

Keneler, son derece kuvvetli çeneleri ile kan emmek üzere yerleştikleri konaklara (insan ve hayvan) bu hastalığa sebep olan virüsü bulaştırırlar. Bu virüs hayvanlarda hafif ateşe sebep olan nezle kıvamında basit bir hastalığa sebep olur ve hayvanın bu hastalığa yakalandığı belli bile olmaz. Bu sebeple virüs taşıyan hayvanlardan bir kere kan emmiş olan bir kenenin ömrü boyunca, kendisi, sonraki konakları, enfekte hayvanlara yapışan diğer keneler bu hastalığı taşıyan bir hastalık odağına dönüşür. Bir kenenin binler adet çoğalabildiği de göz önüne alındığında hastalığın önünün neden kolay kolay alınamayacağı anlaşılabilir. Bu virüs hayvanlarda da insanlardaki gibi ölümcül hastalığa yol açsaydı bu hastalığın toplumu tehdit etmesini daha kolay engelleyebilirdik. O zaman duyulacaktı ki falanca kişinin 50 adet sığırı aniden hastalanıp telef olmuş. Bu durumda o hayvanlar ortadan kalkacaktı ve başka keneler bunlardan kan emip hastalığın yayılmasına sebep olamayacaktı. Ayrıca olay duyulduğu anda devlet eliyle ilaçlama, karantina ve diğer önlemler alınarak hastalığı tamamen yok etmekte daha etkili prosedürler devreye alınabilecekti. Ancak koyun ve sığırlarda virüsün çok hafif bir hastalığa sebep olması yüzünden bir kere enfekte olan bir havyan bu süre zarfında yüzlerce keneyi daha virüsle yükleyebiliyor. Besicilerin pek çoğunun hayvanları bu hastalığı farkında olmadan atlatınca ahırlardaki keneleri de pek ciddiye almıyorlar. Hatta kendileri dahi kene tarafından ısırılınca bunda hastalık yoktur deyip önlem almakta gecikiyorlar. Yani kene ve vektörü olduğu KKKA hastalığı sinsice yayılan, bulaştığında insanların zor fark ettiği, bulaştığı pek çok yerde etkisini çok sonraları gösterebilen bir felaket olarak bulaştığında hemen öldürücü etki gösteren bir hastalığın, bazen öldürüp bazen hafifçe hasta eden bir hastalıktan daha tehlikesiz olduğunu bize gösteriyor.

Peki KKKA nasıl bir hastalık?
Tıp konusunda uzman bir kişi olmadığım için sağlık bakanlığının resmi yayınlarından aynen aktarıp yorum yapmıyorum.
KKKA karaciğer ve kan değerlerini bozan ağır bir hastalık. Bu hastalıkta gelişmemiş ülkelerde %50 lere varan ölüm oranı, ülkemizdeki başarılı tedavi sayesinde %4 – 5 arasına geriletilmiş durumda. Yani hasta olan her 100 kişiden 4’ü vefat ederken kalan 96 kişi sağ salim taburcu oluyor hastaneden. Ancak bu korkunç hastalıktan 1 kişi bile ölse bunu az görmemeliyiz. Tedavide başarılı oranlar yakalanmış olsa da aynı başarıyı hastalığın yayılım hızında göremiyoruz..
Her sene bir öncekinin 2 katı civarında vaka rapor ediliyor. Mesela Türkiye’de 2006 da 438, 2007 de 717 , 2008 de ise 1315 vaka rapor edilmiş. Ölüm oranı ise önceden belirttiğim gibi %4-5 civarına tekabül edecek rakamlarda.
Sağlık bakanlığı kaynaklı bu verilerin devamında ise biraz KKKA dan bahsedelim. KKKA bazı insanlarca grip gibi atlatılsa da genelde seyri ağır olan bir hastalık. Viral kanamalı hastalıklar sınıfına giren ve ağır vakaların şiddetli kanamalar yüzünden ölüm tehlikesi oluşturduğu bir hastalık. Afrika kökenli Ebola veya Güney Amerika’da görülen Arjantin kanamalı ateşi de aynı sınıfa giren hastalıklar.
KKKA, virüs taşıyan kenenin ısırmasından 3-12 gün içerisinde başlıyor. Baştan grip benzeri bir hastalıkmış gibi görünse de kan değerlerinin düşmesi ile 3 ila 5. günlerde kanama başlayabiliyor. 9-10. günlerde bir iyileşme beklense de, bazı hastalar bu evrede genellikle de kanamadan kaybedilebiliyor. Hastalığın direkt etkili bir ilacı yok. Hastalara genelde tam kan ya da serum takviyesi ve destek tedavileri uygulanıyor. Ribavirin adlı ilacın etkili olabileceği düşünülüyor olsa da bu yönde bir kesinlik bulunmuyor.

Hastalığın aşısı maalesef yok. Aslında bu aşı daha önceden üretilmiş olabilirdi ancak hastalığın belli bölgelerde lokal olması, sadece kan yolu ile bulaştığından salgına sebep olmaması gibi sebepler yüzünden büyük ilaç firmaları bu aşıyı üretmenin çok para kazandırmayacağını görüp böyle bir çalışmaya girmemişler ve girmeyi de düşünmüyorlar. Bu çalışma daha ziyade devlet eliyle yapılıyor. Ancak bu da erken planda işe yaramıyor zira aşı üretiminde önceden belirlenmiş olan bazı standartlara uyulması gerekiyor ve bu da aşının elimize geçebilmesi için daha 5 sene civarında bir zaman geçmesini gerektiriyor. Durum bu olunca KKKA ile yapılan önleyici mücadele şimdilik sadece hastalık vektörü olan kenelerle mücadeleye dönüşüyor.

Tabi kişisel olarak ömür boyu kır yerine gitmemek, ota samana basmamak gibi önlemler alınabilir. Fakat bunun imkânsızlığını hepimiz biliyoruz. Ayrıca besiciler de bizim gibi düşünmeye başladığında et olmadığı için yememek ve süt üretilmediği için içmemek gibi durumlar da oluşacağı için başka çareler bulmak gerektiğine şüphe kalmıyor.
Bu çarelerin başında keneleri azaltmak geliyor ama kene mücadelesi ise zor bir mücadele. Burada başarı, klasik "herkes evinin önünü süpürürse tüm şehir tertemiz olur" prensibindeki gibi herkesin sahip olduğu hayvan barınaklarını temiz tutması, uygun şekilde ilaçlama ve bakım yapmasına bağlıdır.

Kuş gribine bağlı olarak tavukların itlaf edilmesi veya yabani kuşların azalması sebebi ile kenelerin arttığı ve bunun da KKKA nın artması ile neticelendiği fikri ise doğru değildir. Zira tavuklar ve yabani kuşlar keneyi tükettiklerinden daha çok üzerlerinde taşıyarak yayılmasına ve çoğalmasına sebep olabiliyorlar. Ancak böceklerin dünyasında, bazı türlerin azalması ve yok olması sebebi ile diğerlerinin çoğaldığı bilinen bir gerçektir. Burada ise bilinçsiz kullanılan kimyasal ilaçların payı çok büyüktür. Bazı karınca ve diğer böceklerle beslenen türlerin azalması kene gibi asalakların aşırı çoğalmasına sebebiyet vermektedir. Bu sebeple bahçenizi, güllerinizi, fidelerinizi ilaçlarken 2 kere düşünmeniz çok çok önemli.
Tabiatta zaman geçiren, kamp yapan bir kişi olarak bundan 20 sene önce gece kır yerinde bir lamba yaktığımızda binlerce çeşit böcek lambamız etrafında pervane olurdu. Ancak son senelerde bu görüntüye hasret kalmış durumdayım. Zira çok uzak yerlerde, tarım ve yerleşim alanları dışında da olsa yaptığım gece kamplarında eskisine göre çok az böcek lambamın etrafında dönüyor. Bunun uçak, helikopter ya da büyük ilaçlama araçları ile yapılan ağır kimyasal ilaçlama dışında bir sebebi olduğunu da düşünmüyorum.

Elimizden kayıp giden hayatiyetin geri gelebilmesine çare olabilecek tek şey yıktığımızı yapmak. Yani bozduğumuz biyolojik dengeyi yeniden kurmak. Dünya hızla organik tarıma yöneliyor. Yani Allahın ilk yarattığı ve bizim daha iyi biliriz iddiası ile bozmadığımız şekle geri dönüyoruz. Genetiği ile oynayıp bozduğumuz bitkiler, milyonlarca ton ilaçla yok ettiğimiz böcekler son halkasında bizim olduğumuz bir besin zincirini oluşturuyor. Şimdi, kenenin, kuşun, karınca ve arının eliyle anlıyoruz ki emanete hıyanet etmişiz. Yaratılıp bize hazır olarak sunulana nankörce burun kıvırıp biz daha iyisini biliriz deyip kendi bildiğimizi okumuşuz.
Kene ise bize hiçbir şey bilmediğimizi ama yanlışta olduğumuzu hatırlatan ikazlardan sadece biri.

Mehmet AKYÜREK
...

Yazar: Mehmet Akyürek | Okuma: 13098 | Tarih: 20/07/2009 10:37:39
 

Daha önce ilan edildiği üzere, 11 Şubat 2023 tarihinde yeterli çoğunluğun sağlanamaması nedeni ile 1...
yazının devamını oku »

RASTGELE-DER'İN KURULDUĞU 2002 YILINDAN BU YANA AMATÖR BALIKÇILIK İLE İLGİLİ MEVZUATTA NELERİN DEĞİŞİMİNİ, GELİŞİMİNİ SAĞLAYABİLDİK?
Bilindiği üzere Derneğimiz RASTGELE-DER'in Tüzüğünün amaç maddesinde yer alan "amatör balık avcılığı...
yazının devamını oku »

KENE Mİ TEHLİKELİ, YOKSA ÇENE Mİ?
Her sene bir kere, nadiren iki kere fırsat bulduğumuz bir maceramız var. Bu macera 3-4 günlüğüne Kız...
yazının devamını oku »

DOSTLARLA AVLANMAK
Dostluk kavramı herkes gibi benim için de çok değerli bir kavramdır. Bu zamanda dost bulmak tabiri c...
yazının devamını oku »

EŞİM NASIL BALIKÇI OLDU?

Çoğu erkek eşi balık avına çıkmadığı için bu güzel zevkten mahrum kalıyor.Ben bu k...
yazının devamını oku »

Tüm köşe yazıları

İstanbul Ankara İzmir

 

Site içerisinde online olan kullanıcılar (1 kişi)
Kahraman Melek,
tarifler | hakkımızda | iletişim | basından haberler | balık ve kamp malzemesi | trofe | ilk yardım | linkler | rastgele-der ailesi