» üye girişi » sitemize üye olun
   
18 Şubat 2023 Cumartesi günü yapılan 10. olağan genel kurulumuz sonucunda yeni yönetim kurulumuz seçilmiştir. Eski yönetim kurulu üyelerimize teşekkür eder, yeni yönetim kurulu üyelerimize başarılar dileriz....             
 
AKDENİZ'İN SON ALALARININ İZİNDE
Avın yapıldığı şehir : Akdeniz dağları
Hava ve suyun durumu : Ala avı için alt limitlerde
Avda kalınan süre : 5 Gün
Kullanılan ekipman : Mepps ve Fly
Yakalanan avın tür ve boyutları: Limit üzeri Doğal ve Gökkuşağı alalar







Çok önceden planlamıştım bu gezimi. Kış aylarında yapmayı en çok sevdiğim uğraşların başında harita üzerinden olası alabalık sularını tespit etmek geliyordu. Ve baharla birlikte ok yaydan çıkmış hedefe kilitlenmiş bir şekilde planlarımı bir bir devreye soktum.İlk hedefim bir su havzasını keşfetmekti. Çalışmalarım neticesinde Bolu grubunu toplamış ( Muzaffer ağabey ve Ömer ) ve ilave olarak da Mustafa ağabeyi yanımıza katmış Torosların yükseltilerinde hep birlikte büyük bir şevkle alabalık keşfine çıkmıştık. Ve nihayetinde güzel bir avlak bulmuştuk da. Ama o havza dışında daha farklı rotalar da vardı hedefimde ve bir fırsat yaratıp gitmek bende büyük bir tutkuya dönüşmüştü. Gidip yerinde görmeli, havasını koklamalı ve de alasını görmeliydim. Balıkçıdan çok gezgin gibi hissediyorum kendimi bu duygum yüzünden. Aylar birbirini kovaladı ve ben bu tutkuyu dizginlemek için çetin bir iç mücadelesi vermekteydim. Alabalık sezonunun da sonuna yaklaşmaktaydık ve bir imkan yaratmazsam bir yıl daha beklemem gerekecekti.

Aklıma koymuş, gerekirse yalnız bile gidecek kadar gözümü karartmıştım. Aylar öncesi nabız yoklamış ve aklımın yattığı birkaç arkadaşa fikrimi açmıştım ve en nihayet son hafta Teoman dan eşlik edeceği yönünde teyit almıştım. Bu durum beni sevindirmişti. 2 kişi olunca rotamı olabildiğince geniş tutabilme imkanı veriyordu. İş’ten haftalık iznin alınması, eş durumunun ayarlanması ve kızımdan ayrı kalacağım fikri ve duygusunu içimde bir nebze bastırmamla birlikte gün gelmiş çatmış ve biz Teo ile birlikte 14 Eylül Pazar günü öğle sularında yola koyulmuştuk. İlk hedef Anadolunun bozkırlarını geride bırakıp gün kararmaya yakın Torosların içlerindeki avlağa ulaşabilmekti.



Böyle olmayacak, daha büyük bir araba lazım bana !


Ama gecikmiştik. Hava kararmış ve biz ancak Torosların uzantılarına ulaşabilmiştik. Her şey planlandığı gibi gitmeyebilirdi elbet. Gece karanlığında dolunay 42 virajlar isimli yokuştan aşağı inerken yolumuzu gayet güzel aydınlatıyordu. Ama derin vadilerin arasından akan nice akarsuyu da istediğimiz şekilde aydınlatamıyordu ve bu yüzden de biz pek çoğunun başında arabayı durdurup su sesini dinleyip olası alabalıkları hayal ederek yol alıyorduk.

Saat 22:00 gibi Torosların içlerindeki büyük yerleşkeye ulaşmış, ramazan nedeniyle sokaklarda olan insanlara yolumuzu devam edeceğimiz sapağı sora sora bulabilmiştik. 2. Dünya savaşından kalma bir savaş topunun yanından sola dönen yoldan giderseniz varırsınız demişlerdi, "ne işiniz var boş verin o yolu, diğer yoldan gidin" demeyi de ihmal etmeyerek. Ve topun yanından dönüp yükseltiden yine virajlı bir yoldan aşağı inerken vadi tabanındaki akarsuyun heyecanı her yerimi sarmıştı. Ve varmıştık köprüye, alttaki akarsuyu karanlıkta hayal meyal seçerek. Az mı akıyordu ne?
Biraz geçip dağı aştığımızda sağa dönen stabilize yolu takip etmemiz gerektiğini biliyordum bakir üst kısımlarına ulaşmak için. Ve öyle de yaptık.

Sağa döndüğümüzde saat 23:00 olmuş ve önümüzde de hiç beklemediğim gibi bir minibüs içi tıka basa insan dolu olarak vadi altındaki köye doğru ilerliyordu. Ayrılırız ve de tenhalaşır diye umarken ileriki virajdan başka birtane daha çıktı, karşı taraftan da bir başkası bize doğru geliyordu. Teoman muzip bir şekilde “ burası Tunalı Hilmi yi geçti “ diyerek durumun komikliğinden dem vuruyordu. Ben de farklı düşünmüyordum hani. Biraz ileriden ana stabilize! yolu bırakmış ve de bir köy yoluna sapmıştık. Burada ortam tenhalaşmış ve de derenin üst kısımlarına varmıştık. Ama dere hiç de beklediğim gibi bakir değildi. Biraz daha ilerledik ve önümüzde dere kıyısında bir köyün kanalizasyon arıtma tesis levhasını görünce benim şalter atmıştı, dosdoğru vadiden ayrılmak üzere yukarı yönelen ilk yola bastım gaza. İlk hedefim fiyaskoyla sonuçlanmıştı benim için. Bu derenin daha da yukarılarına yönelmek gerekiyordu anlaşılan. Kısa bir durum değerlendirmesi neticesinde en üst kısımlarında bulacağımız uygun bir açıklıkta konaklamaya karar verdik. Yorgun ve de tüm gün araba kullanmaktan dolayı bezgindim. Üst kısımlarına sapan yolu bulduğumuzda saat gece yarısına varmıştı bile. Dere yanımızda akıyordu ve kıyısına yanaşan ilk stabilize yoldan kenarına ulaştık. Arabayı yoldan kolay gözükmeyecek şekilde yerleştirdikten sonra çadırımızı kurup bilmediğimiz ve gece karanlığında tam seçemediğimiz ortamda tedirgin ama yorgun bir şekilde uykuya daldık.

1. GÜN

Sabah saat 6:30 da uyandığımda gündüz gözüyle dereyi görebilmiştim en nihayet. Su ince ama temizdi. Yukarılarda da tek bir yerleşim olduğunu biliyordum. Araştırmalarımda alabalık anlamında güzel yorumlar söz konusuydu ama anlaşılan daha yukarılara çıkmak gerekiyordu onlara ulaşabilmek için. Ama içimden bu dereyi daha zorlamak gelmemiş ve de diğer hedefimize doğru yola koyulmanın uygun olacağı kanaati hakim olmuştu.Suyun ısısını bile ölçmeden yola koyulduk.



İlk dere


Planlarımda olmamasına rağmen yol üstünde ismini çok duyduğumuz bir çağlayanı da ziyaret etme kararı ile rotamızı o yöne çevirdik. Böylesine turistik bir doğa harikası oluşuma yönlendiren bir yol levhasının olmaması, zorlukla ulaştığımızda da çöpler içinde bulmamız bizi derinden üzdü. Yol kenarında durup çağlayanı sorduğumuz yaşlıca bir adam tarladaki işini bırakıp gel ben size göstereyim demesiyle beklemediğimiz bu candan cevap karşısında duraksamış, tarif etmesinin yeterli olacağını söylememize rağmen israrcı olması ile arabayı bırakıp yanına varmıştık. Kısa bir sohbet ten sonra tarif etmesinin yeterli olacağına ikna ile işaret ettiği yönde yürümeye başladık. Ve kısa bir yürüyüş sonrası muhteşem şelaleye varmıştık. Billur gibi bir su 15 metreden aşağı şelale olup düşüyor ve yer altından kaynayan kaynak sular ile birleşip vadi boyunca kendine yol buluyordu. Çevresindeki plastik çöpleri dikkate almazsanız muazzam bir güzellikti. Medeni coğrafyalarda nasıl değerlendirilebilirdi bu doğa harikası kimbilir. Ama ne etrafta kimse vardı, ne de işleyen bir tesis. Balık olup olmadığını sorduğumuzda çay balığı var dedi, alabalıksa yoktu ! Bu bana inandırıcı gelmemişti ve deneyerek görmeliydik. Ve gerçekten de deneyince balık olduğunu gördük ama, dedikleri gibi benekleri yoktu bunların :)


2. Dere


İsminin Ahmet olduğunu öğrendiğimiz bu amca bize suya girmemiz için de yer gösterince mayoları da giyip hemen gösterdiği yere gittik. Buz gibi su tüm hararetimiz almıştı. Ben güneşlenirken Teoman'da sualtı gözlüklerini takmış akıntıya karşı sabit durabilmek için yoğun bir çaba içinde balıkları incelemeye koyulmuştu. Bir süre sonra ben de aynısını yaptım ama görebildiğim kadarıyla ( akıntıya karşı durabildiğim ölçüde ) bunlar alabalık kadar akıntıya dirençliydiler ama yağ yüzgecinden yoksunlardı. Bazı yakalama denemelerimiz de sonuçsuz kalınca eşyalarımızı toplayıp Ahmet amcaya da teşekkür ederek bir sonraki hedefimize doğru yola koyulduk.

Yolumuz Toros yükseltilerinde devam ediyordu. Rakım 1900 metre civarlarındaydı. Ve bu irtifadaki uzun süreli yolculuğumuz sonrası Toros'ların kuzey yüzündeki bir akarsu sisteminin kaynak kısmını denemek üzere alçalmaya başlamıştık. Vadi altımızdaydı. Su gür değil ama yeterli seviyedeydi. Vadi tabanına varmadan sağ stabilize yola saptık. Küçük bir yerleşkeyi geçtikten sonra su iyice azalmış gibiydi. Ama bu beni birkaç sebeple yanıltamazdı; ilk olarak yılın en kurak ve de suların en çekilmiş ayındaydık, ayrıca Akdeniz'in pek çok deresi gibi derenin en altlarında su yokken üst kısımlarında çağıldayan bir akarsu bulmak çok olağandır ki bu derenin de üstlerinden umutluydum. Dere Toros köknarlarının arasında botanik çeşitlilik sergileyen bakir bir vadi içinden akıyordu. Ve böylesi coğrafyada alabalığın da olacağından emindim. Yol vadi girişindeki son evlere varmadan bir köylü amca yolun solunda belirdi. Arabayı durdurup selamlaşmayla birlikte civar la ilgili sorular sormaya başladık. Tabiî ki amaç konuyu balık ve derede yaşayan balıklara getirmekti ki konu buraya vardığında kesin bir ifadeyle “sazan ve alabalık” var demesiyle kalp ritmim artmıştı. Bize ilerideki antenli evin önüne arabayı park edip vadiye yürüyerek girmemizi tavsiye ederek yoluna devam etti. Ve bizde de aynen öyle yaptık.


Akdeniz deresi


Oltalarımızı kuşandık, üstümüze kıyafetlerimizi uzun bir yürüyüşe göre giyindikten sonra önümüzdeki vadi tabanına doğru giden patikadan yürümeye başladık. Vadiye girişi 1562 metreden başlamıştık. Bu anlamda dere umut vaat ediyordu. Dere kıyısında indiğimizde ilk işim su ısısını ölçmek olmuştu. Su 16 dereceydi. Yukarı kaynağa doğru yolumuz olduğunun bir göstergesiydi. Yine de olta ata ata yolumuza devam ettik.



Derenin üst kısımları


Dere hafif eğimle yükseliyordu. Ve bu esnada pek çok ayna oluşturuyordu. Belirli aralıklarla suyu ölçüyorduk ve en son ölçümüzde 15 dereceye kadar düşmüştü. Biraz daha ilerlediğimizde artık alabalığın tolere edebileceği sıcaklığa erişmiş olacaktık.Daha dikkatli atışlar yapmaya başladık. Ve irtifa artmış, su şelaleler yapmaya başlamıştı. Suyun hareketlenmesi iyiye işaretti. Ben parkur için kasık çizmemi giymemiştim derenin zorlu olmayacağı düşüncesiyle ama ilerledikçe dere beni yanıltmıştı. Ben de ayakkabılarımla çok geçmeden dalmıştım soğuk suya. Bir anlamda ayağımla da su sıcaklığını ölçüyordum. Bu arada hafif yağmur serpiştirmeye başladı. Bu yürüyüşümüzü çok aksatmıştı çünkü ıslanan tüm kuru yüzeyler muazzam bir kayganlığa erişmişti. Vadi teknesinin de daralması, ıslak yüzey birkaç kere kayıp düşmemle noktalanmış, ama şevkimi kıramamıştı elbet. Kaval kemiğim sızlıyor, ellerim kanıyor ve ayaklarım da üşümeye başlamıştı. Yine de mevsim sıcaklarından dolayı kıyafetlerim hızlı kuruyordu. Bardağın dolu tarafından bakmak bu olsa gerek. Ve uzun bir yürüyüşün ardından ilk vuruşu almıştım, durumu haykırdım sanırım. Teoman da dikkat kesilmiş, dikkatli ve temkinli atışlar yapmaya başlamıştık. Çok geçmeden Teoman ilk ve de bu derenin tek doğal alabalığını yakalamıştı. Teoman uzaktan elinde alabalığı gösterdiğinde yanına fırlayıp balığı elime aldım. Evet, doğal alabalıktı. 20 cm civarı ortalama boydaydı. Fotoğraflamam için de alıkoymam gerekiyordu.

Balık Akdeniz alalarının genel yapısı itibariyle kırmızı benekleri silik ve hatta pek çoğundaki gibi yok olmak üzereydi. Sırt yüzgecinde kırmızı benek taşıyordu. Yanağında da Anadolu alalarında olan siyah hare seçilebiliyordu. Yağ yüzgeci koyu kahverengiydi. Arka yüzgeci çok gelişmiş olmaması su debisinin çok zorlamadığını gösteriyordu. Doğal alabalığa ulaşmıştık en nihayet. Ama 50 metre sonra da suyun gözüne varmıştık. Dere bitmişti ………..


Su gözü


Parkur ortalama 3.4 km idi ve de bu göz ile de sonlanmıştı işte. Su gözünün hemen yanında oluşmuş bir havuza yaptığı atışta Teoman yeni bir balık daha aldı ama bu seferki doğal değil gökkuşağıydı. Bu ikinci kez karşlaştığım bir durumdu. Gökkuşağı alabalığı suyun gözüne kadar çıkıyor ve bu mıntıkada da kalıyordu. Muazzam bir içgüdüsel davranış sergiliyorlardı. Bildiğim ilk alabalık çiftliğinin 20 – 30 km kadar aşağılarda olduğu düşünülürse, katettiği mesafe de dikkat çekiciydi.



Akdeniz Alası


Göze ulaşana kadar ıslanmış ve hafif çiseleyen yağmurdan dolayı da birkaç kez düşmüştüm.Her yerim sıyrık ve darp içindeydi, kaval kemiğim sızlıyordu. Ama daha dönülecek bir 3.4 km lik yol vardı ve de kamplayacağımız yerimiz bile belli değildi. Havanın kararmasına 1 saat kadar kalmıştı. Hemen oltaları topladık ve balık avlanma modundan çıkıp hızlı adımlarla geri yürüyüşe geçtik. Böylesi durumlarda vadilerin otobanı olarak isimlendirdiğim bir yapısı vardır; vadi kenarlarının üst kısımlarında çoban ve yaban hayvanlarının yıllar boyu kullandıkları patikalar vardır, işte öylesi bir patika var mıdır diye düşünürken Teoman birtanesini bulmuştu bile. Derenin bir hayli üstünden gayet rahat seçilebilen bir patika vadi başına doğru bizi rahatça çıkaracaktı. Dere kıyısından yürümeye kalksak yol çok yorucu olur ve uzardı, bu yol bizi çok rahatlatmıştı. Sıkı bir yürüyüş neticesinde 1 saat sonra hava kararmadan uzaktan arabamızı seçebiliyorduk.



Hızla üstümüzü değiştik. Bu akarsuyu da sonuna kadar keşfettiğimizden buralarda konaklamanın bir anlamı kalmamıştı. Ama diğer akarsu da bildiğim bir su olmadığı ve havanın da kararmış olmasından dolayı konaklayacağımız yer hususunda tereddütteydim. Geçen yıl keşfe geldiğimde izlediğim güzergah olduğundan ilerideki yolu biliyordum. Belki aşağılarda dere kıyısında uygun yerler buluruz düşüncesiyle kontağı çevirdim.

Yol dere boyu gidiyordu ama hava kararmış ve vadi içi bir hayli karanlık olduğundan dereyi seçemiyorduk. Yolda bir çeşme kıyısında durup etrafı kolaçan ettik ama yola çok yakın olması yüzünden pek beğenmedik. Yolun devamında sağ tarafta orman işletmesinin yaptığı piknik alanı ve çardakları vardı. Başında da bol sulu bir çeşme. Aklımıza yattı. Yol kenarı olsa bile saatte bir arabanın geçtiği bir yer için yeterli sessizlik hakimdi, dert edilmeyebilirdi. Çardaklar da çadır kurmaya elverişli. Karar verilmişti. 2. gün konaklamamızı burada yapıyorduk.



Çadırımızı kurmuş ve de yemeklerimiz hazırlamıştık. Yemeği Teoman ısmarlıyordu, yani yakaladığı balıkları yiyecektik. Sac tavada tereyağında yapılan alabalıklar benim yaptığım salata eşliğinde ziyafet gibi gelmişti. Yemek sonrası kapanan göz kapaklarım ile birlikte ben uyku tulumumum içine yönelirken tam teşekküllü izcimiz Teoman da harıl harıl kendine iş yaratıyordu. Sabah 6:30 da mesai vardı, en güzelinden. Dinç olmalıydık.



2. GÜN


Sabah yine ilk ben uyandım. Gayet dinç bir halde yeni güne hazırdım. Doğruca gürül gürül akan çeşmeye varıp yüzümü bol su sıçratarak, keyfini çıkararak yıkadım. Ruhumu şımartmak geçmişti içimden. Ve sonrasında bir güzelce gerinip etrafımı seyre koyuldum. Ne güzeldi özgürlük; ne güzeldi doğa ve binbir kokusu. Derin bir nefes aldım, burnuma dolan havadaki çam ve toprak kokusuna odaklanarak. İşte yaşamak bu olsa gerekti. Tüm kış özlemlediğim gibi yüksek dağlarda olabildiğince yabanıl bir ortamda doğayı sessiz ve yalın haliyle, ahengini bozmadan yaşayabiliyordum.Mutluydum, hem de çok.

Eşyalarımızı geceden arabaya bırakmıştık. Sadece çadır ve uyku tulumlarımızı toplamamız yeterliydi. Onları da arabaya attığımız gibi yola koyulduk. Kahvaltımızı Torosların zirvesinde ufukta belli belirsiz göreceğimiz denize nazır yapmayı planlıyordum. Vadiyi hafif bir sis kaplamıştı. Hava aydınlandıkça da sis azalıyor, etrafımızı daha rahat seçebiliyorduk.



Ve yol vadiyi artık bir noktasından sonra terk edip denize açılacak olan yamaçlara doğru güneye sapıyor. Yavaşça yükseliyoruz. Yol boyu çam ormanları ve dağ köyleri içinden sakin ve yavaş bir şekilde kıvrılarak yol alıyoruz. Ve Toroslar nihayet denize ulaşmamız için yol veriyorlar, zirvedeyiz. Muhteşem bir manzara karşımızda. Hemen önümüzde metrelerce derin bir uçurum, en aşağılarda koyu bir çam örtüsü ufuktaki maviliğe kadar sürüyor. Ve engin mavilik gökyüzü ile ufukta birbirine karışıyor.Kahvaltımızı burada yapmayı planlamıştım ama burası gerçekten de soğuk. Güneş gören yamaçlara geçelim diye yine arabaya biniyoruz. Uygun bir yer ararken kendimizi aşağıdaki yerleşimde buluyoruz. Şehirdeyiz yine. Basık bir sıcak, nem ve kalabalıklar. Kaçasım, gidesim var hemen. Alışveriş için süpermarkete giriyoruz. Sonra da bir buzcu, buzluğumuzdaki yiyecekler için. Ve biraz soruşturmadan sonra yeni derenin yolunu tutuyoruz.

Uzun bir yolculuktan sonra yine çam ormanları içindeyiz. Yolun bu kısımları sık bir orman örtüsü altında pek kullanılmadığı yola saçılmış çam iğnelerinden anlaşılan asfalt düzgün bir yol. Kıvrıla kıvrıla yanı uçurumlu yamaçlardan yol alıyoruz. Ve saat 14:00 gibi su kenarındayız. Planladığım yeri keşfediyoruz kısaca ve arabayı suyun yakınına çekiyoruz. Eski bir ilkokul binasının yolundan indik su kenarına.Okul virane. İnsanlar yakın zamanlarda kıyı yerleşimlerine göçmüş anlaşılan. Ve ilkokul da kaderine terk.



Saat 15:00 gibi vadiye girmeyi planlıyoruz. Bu bize bir süre kendimize gelmemizi sağlayacak zamanı tanıyacak. Orman düz yapraklı odunsu bitki açısından değerli bir orman. Suyu ölçtüğümüzde 18 derece çıkıyor. Bu kötü. Sular Torosların güney yakasında daha sıcaklar. Alabalığa ulaşmak daha da güçleşecek. Olsun varsın diyip saat 15:00 gibi üstümüzü giyip yola koyuluyoruz. Bu sefer aynı hataya düşmeyip boy çizmemi giyiyorum. Yedek kamış, su mataram ile yine dağlar ve vadiler bizi bekliyor. Yola sakin başlıyoruz. Derenin teknesi buralarda geniş akıyor. Su debisi beklentimin üstünde. Yukarılara çıktıkça parkur zorlaşmaya başlıyor. Suyu ölçüyoruz ama ısıda bir değişiklik yok. Önümüze heyelan neticesinde kapanmış bir kısım çıkıyor. Yukarı tırmanmalıyız. Ama parkur zorlaştıkça önceki günkü yorgunluğumuz ve yaralarımın acısı nüksediyor. Serin suya girdikçe ağrılarım hafifliyor. Bacaklarım zorlandığında titrediğini farkediyorum. Olur olmadık yerlerde Teoman ile ikimiz dengemizi kaybediyoruz. Bu durumlarda çok daha fazla uyanık olmak gerekiyor. Bunun bilincindeyim. Suyu yine ölçüyoruz; 17.5 derece.



Yürüdüğümüz yol 1.3 km. Saat 17:00. Durum per parlak değil kabul etmek istemesemde. Tek balık yok, vuran, peşinden gelen de. Zaten akılcı da değil. Olamaz da. Artık bir noktaya geldiğimizde yolun sonu olduğunu hemen hissediyorum. Vadi bu noktada yanlardan geçit vermediği gibi suyun derinliği de boyu geçiyor. Evet, kabul etmeliyim, bu son nokta. Bunca emek, cefa ve balığını görmeden dönüyoruz. En makul karar bu olacak. Duygusal değil, mantık ve akıl ön plana çıkmalı. Zor ama emin olarak veriyorum kararı. Teoman'da bu kararı itirazsız kabul ediyor. Geri dönüyoruz.


Son nokta………….


Ve hava kararmadan arabaya varıyoruz. Ama bu vadinin otobanı yok ! Yorgunuz birhayli. Güzel bir mekan buluyoruz çadır için. Nem çok yoğun. Hareket ettiğinizde ter alnınızdan boşalıyor. Muazzam bir sıcak. Daha doğrusum nem. Bütün malzemelerimizi yarım kalmış beton bir temele yığıyoruz. Çadır kuruluyor, ateşimiz de hazır , ateş suyumuz da. Bu 3. günümüz ve kendime sözüm var, denizi gördüğümde demleneceğim demiştim. Buna eşlik edecek sanat müziği namelerini yayacak hopörleri de masaya yerleştirince keyfim tavan yapıyor.Büyüksün Teo. :-))




Güzel bir yemek ve muhabbet sonrası gece yıldızları seyre koyuluyoruz. Ve bu esnada cebime mesajlar yağmaya başlıyor. ! Evet burada cep çekiyor. Kısa bir süreliğine dönüyorum medeni dünyaya. Sonra kapıyorum telefonu, şarjımın daha fazla bitmemesi için ! Gece muhabbet güzel ama ben yorgunum. 22:30 gibi uyku çöküyor. Eşlik edemiyorum Teomanın gece mesailerine. Ben “cyborg” olarak tasvir ediyorum bu adamı, geceleri uymuyor ama gündüz olur olmadık yerde sızıyor.:-))Tanıdık az çok birbirimizi. İnsan insanı böylesi yolculuklarda en iyi tanırmış, o beni ben de onun huyunu suyunu kavramış gibiyiz artık. Sabaha yukarıdaki köyü kısa bir ziyaret edip 300 km lik uzun bir yol katedeceğiz, enerji depolamalıyız. Ben çadıra yöneliyorum.


3. GÜN

Sabah 6:30 da kalkıyoruz. Eşyalar hızlıca toplanıp yola koyuluyoruz. 5 km yukarıdaki köyü görüp öyle gitmeye karar vermiştik. Virajlarla dolu kısa bir yolculuk sonrası köye veriyoruz, yanında da dere. Su buralarda yeterince soğuk gibi. Teoman'ı yukarı kısımlarında dereye salıyorum, ben de aşağıları yokluyorum. Ama pek umutlu değiliz. Telsizden tiz bir ses “aldım bir tane” diyor. İnanamıyorum. Bu durum beni şevke getiriyor. Arabadan çok uzaklaşmadan dere kıyısına iniyorum. Kayalık bu tarafları. Çok güzel noktalara kaşığımı kondurmama rağmen bir hareket yok suda. Daha aşağılara yöneliyorum. Yüksekce bir noktadan altımdaki havuza konduruyorum kaşığımı. Birinci atışta bir hareket yok. İkinci atışımı daha çok kontrol amaçlı atıyorum. Pek inancım yok. Ama suyla temas edip yukarı doğru çekerken o muazzam gerilim ile birlikte irice bir Akdeniz alasının oltamın ucunda çırpınırken buluyorum. Muazzam bir direnç. Keyfe geliyorum. Özlemişim gerçekten. Havaya kaldırarak çekiyorum kıyıya, kaçırmamak içinde binbir dua ile. Ve işte kıyıda. Ama bu bugüne kadar yakaladığım Akdeniz alalarının içindeki en renkli, kırmızı beneklerini en fazla muhafaza etmiş bir birey. Bu çok özel bir akdeniz alası. Kuzeydeki akrabalarına nazire yapıyor sanki. Bu çok önemli bir keşif. Çok heyecanlıyım.



Ve Teo ile bende birer tane alabalık var. Bu bize yeterli. Alıkoyuyoruz. Teoman'ın alabalığı aslında daha da özel. Yanaklarında anadolu haresinden 2 adet mevcut. Bugüne kadar gördüğüm en yakışıklı akdeniz alası.

Bakarmısınız güzelliğe.


Artık yeni sulara doğru açılmanın vakti geldi. Uzun bir yola doğru geri direksiyonu kırıyoruz. Yol bir hayli uzun. Güneş iyice tepeye çıkmadan yola koyuluyoruz.

Denize indikten sonra tekrar Toros yükseltilerine doğru yol alıyoruz. Nice güzel ve şirin köylerden geçiyoruz ve eski Türk evlerin mimarisine hayranlık duymamak elde değil. Deklanşöre gidiyor elimiz.



Yolda bir benzinliğin restaurantında mola veriyoruz. Turist dolu heryer. İlk bir kahve ısmarlıyorum soluklanmak adına. Teoman tuvalette. Bu kadar turist içinde sanki fazla dikkat çekiyor gibiyim. Garson kız arasıra bakıyor mu yoksa bana mı öyle geldi. Sonra farkediyorum ki aslında bir nevi Manisa Tarzanı edasındayım :) Şöyle bir baştan aşağı kendimi süzünce hak veriyorum yabancı gözlere.:-))Kokuyorumdur da...... Bu durumda alışmalı bakışlara...... Garson kıza priz soruyorum, gösteriyor. Arabadan cep ve fotoğraf makinamı alıyorum şarj etmek için. Bizi salonun en arka köşesinde bir masaya yönlendiriyorlar. Şarj etme esnasında yemek işini de aradan çıkarıyoruz. Ve 30 dk içinde de tekrar yola koyuluyoruz.

Yol üzerinde alabalık olması muhtemel bir dereye doğru biraz tereddütten sonra sapıyoruz. Dere bir kaynaktan çıkıp birkaç kilometre sonra yine yeraltına iniyor. Doğal alabalık olup olmadığını öğrenmek istiyorum. Kasabanın içinden geçerken derenin üstündeki köprüden geçiyoruz. Güzel gözüküyor. Bir çift kadına alabalık çiftliğinin yerini soruyoruz. Böylesi bir yakın davranış anadolumuzda çok olağandır ama inanmazsınız sanırım yolu durup durup 10 kere tarif ettiler, hatta bizi oraya bilahare götürebileceklerini bile belirttiler. Ben bu aşamada ciddi mahçup bir şekilde teşekkür edip yola devam etmeye çalıştıysamda ayrılmak hiç kolay olmuyor. Ve tarif üzerine çiftliğe varıyoruz. Arabayı park edip çiftliğe giriyorum. Jandarma komutanı ile birlikte bir grubu çardakta otururken buluyorum. Aralarından bir kişi kalkıp bana doğru geliyor. Sahibi olduğunu öğreniyorum sonradan. Kendimi kısaca tanıtıp konuyu alabalığa getiriyorum. Samimi çıkışım yanıt buluyor. Doğal alabalık olmadığını, hepsinin gökkuşağı olduğunu söylüyor. Çiftlik küçük, hemen yakından çıkan kaynak suyu bir değirmenin altından çiftliğin etrafını çevreleyen göletden aşağıdaki köye doğru akıyor. Ama heryer gökkuşağı dolu. Balıkları yapay yemle beslemediğini, bu işi ticari amaçtan çok hobi olarak yaptığını, köyün aynı zamanda muhtarı olduğunu anlatıyor. Şive düzgün, girişkenlik ve dünya görüşünden okumuş olduğu belli, çok hızlı kaynaşıyoruz birbirimize. Alabalık tutkumdan bahsediyorum, anlayacağı ve anlamlandıracağı düşüncesiyle. Birbirimize irtibat numaralarımı bırakıyoruz ayrılarken. Fazla zaman kaybettik ama en azından bu rotayı da aklımdan çıkarmış oldum. Belki gökkuşağı avı için ileride düşünülebilir:-))

Hedeflediğim dere uzak, arada da görmek istediğim yer çok ama bezmiş durumdayız. Pek çok noktayı es geçip umutlu olduğum son akarsuya doğru doludizgin gidiyoruz. Umudum hava kararmadan suyun kenarına varıp gündüz gözü kamplayabilmek. Yolda Teoman uyuyor. Harika doğal alanlardan öğle suları geçiyoruz. El değmemiş geniş ormanlar ve vadiler. Keyifliyim. Gözümü yemliyorum. Çok geçmeden uzaktan büyük göl gözüküyor. Deniz gibi. Akdeniz'in bu kısmı diğer kısımlarından medeniyet anlamında bir yirmi yıl daha geride sanki. Ama bu bana yarayan bir durum. Issız yerlerden geçiyoruz. Ve nihayet dağlara tekrar vuruyoruz. Gökyüzü kararmaya başladı. Hava yağmur topluyor. Yüksek dağlar arasındaki bu ışık oyunu fotoğrafçılar için bulunmaz bir nimet. Keşke daha iyi bir fotoğraf makinem olsa. Belki ileride…………



Hava kararmadan hemen önce hedeflediğim akarsuyun vadisine varıyoruz. Kaynak suyunun aşağılarda olacağını umuyorum çünkü vadi tabanında henüz su yok. Birkaç köyden sonra vadi tenhalaşıyor. Havada iyice karardı. Bir binanın yanından geçiyoruz ve sonrası dere başlıyor. Ben bir alabalık çiftliği bekliyordum ama bu yapı beklediğimden çok büyük. Aşağılara doğru devam ediyoruz sürmeye. Dere çok ince. Beklediğimin çok altında. Ve çok geçmeden başka bir köye varıyoruz. Yol kenarında oturan köylülere arabanın penceresinden dereyi ve balığı soruyorum çekincesiz. Artık çok nadir olduğunu, dereninde aşağıda balık yapmadığını, su şişeleme fabrikasının birkaç yıl evel kurulduğundan bahsediyorlar.Büyük bir hayalkırıklığı benim için.Geri dönüyoruz. Su şişeleme fabrikası bir kaynağının tam üstüne inşa edilmiş durumda. Pınardan çıkan su hemen önünde gölet oluşturuyor. İçi poşet ve plastik çöplerle dolu. Yine bir doğal varlığımızı hoyratça kullanmış ve kaybetmişiz. Oysa bilimsel bir yaklaşımla hem şişeleme tesisi, hem de doğal habitat korunabilirdi. Kafam çok bozuk.



Ben arabada kalırken Teoman derenin altlarında avlanmaya koyuluyor. Ve yirmi dakika sonra elinde bolca gökkuşağı ile çıkageliyor. Anlaşıldı. Bildiğim bir yere gitmeli artık. Ruhumu dinlendirmek, medenice avlanmak istiyorum. Rotayı doğruca bildiğim bir avlağa çeviriyorum. Birhayli uzak ama olsun, artık daha fazla sürprizle karşılaşmak niyetinde değilim. Ve kalan günlerimde farklı iki formda daha alabalık avlıyorum. Ama en güzelini bu seyehattimde yakalamış durumdayım. Güzel bir keşif, memnunum.

Ve 5 günlük keşif seyehatinden sonra yorgun ama aklımızdaki yeni alabalık rotalarını keşfetmiş olmanın iç huzuryla bozkırın ortasındaki şehrimize geri dönüyoruz.

Kalan 4 ve 5. günlerden bazı resimler ;


Fly a gelen sarız türü bir balık



Yakaladığım büyük zeytin beneklerden ikisinin ağzından
küçük balık çıktı. Alalar fazla aç değillerdi bu yüzden .....



Yakalanan başka bir suyun Akdeniz alası


Akdeniz alalarının yoğun insan baskısı altında olduğu açıktır. Son doğal populasyonlar da suların en yüksek kısımlarında yaşam mücadelesi vermektedirler. Biz aslında kuzey yarımkürenin en güney ve sıcak noktasındaki doğal ırkların en zorlu geçirdikleri ayda onları görmeye gitmiş bulunmaktayız.

Alabalıkların 15 derecenin altında su bulması yaşamsal önceliğidir. Ve onlar kuzey yarımkürenin en güneyinde en sıcak mevsimde yaşam mücadelesi içinde ne kadar streste olduklarını da tahmin edebilirsiniz.İnsan baskısı, çevre bilincinden yoksun sanayileşme hamleleri dışında görünen o ki küresel ısınma neticesinde en hızlı etkilenecek varlıklar da alabalıklar olacaktır. Düşünün ki bu mevsimde akarsuların en soğuk oldukları alanların ancak kaynak kısımlarıdır ve buralardaki mevcut dereceler bile artık tolerasyon sınırlarını zorlamaktadırlar.Olası birkaç derecelik ısınmanın ne kadar hayati olduğunu anlayabiliyorsunuz bu aşamada. Ve sanırım bu durum mevcut küresel iklim şartları içinde kaçınılmaz sonun habercisidir. O vakit bu alalar da insanoğlunun avcılık baskısı dışındaki bir değerlendirme ile Akdeniz'de yakın bir gelecek içinde görüp görebileceğimiz son alalarıdır.

İyi bakın onlara; bundan sonra korusak da büyük bir ihtimal doğal sularında göremeyebiliriz onları.


Burak KALAÇ (20 Eylül 2008 )


Tarih: 07/10/2008
 

Daha önce ilan edildiği üzere, 11 Şubat 2023 tarihinde yeterli çoğunluğun sağlanamaması nedeni ile 1...
yazının devamını oku »

RASTGELE-DER'İN KURULDUĞU 2002 YILINDAN BU YANA AMATÖR BALIKÇILIK İLE İLGİLİ MEVZUATTA NELERİN DEĞİŞİMİNİ, GELİŞİMİNİ SAĞLAYABİLDİK?
Bilindiği üzere Derneğimiz RASTGELE-DER'in Tüzüğünün amaç maddesinde yer alan "amatör balık avcılığı...
yazının devamını oku »

KENE Mİ TEHLİKELİ, YOKSA ÇENE Mİ?
Her sene bir kere, nadiren iki kere fırsat bulduğumuz bir maceramız var. Bu macera 3-4 günlüğüne Kız...
yazının devamını oku »

DOSTLARLA AVLANMAK
Dostluk kavramı herkes gibi benim için de çok değerli bir kavramdır. Bu zamanda dost bulmak tabiri c...
yazının devamını oku »

EŞİM NASIL BALIKÇI OLDU?

Çoğu erkek eşi balık avına çıkmadığı için bu güzel zevkten mahrum kalıyor.Ben bu k...
yazının devamını oku »

Tüm köşe yazıları

İstanbul Ankara İzmir

 

Site içerisinde online olan kullanıcılar (1 kişi)
Kahraman Melek,
tarifler | hakkımızda | iletişim | basından haberler | balık ve kamp malzemesi | trofe | ilk yardım | linkler | rastgele-der ailesi