|
 |
2009 VE BİR SEFERİMİZ |
Avın yapıldığı şehir :
Hava ve suyun durumu :
Avda kalınan süre :
Kullanılan ekipman :
Yakalanan avın tür ve boyutları: |
|
Ağustos sonu Katar'dan dönmüştüm. 4 aylık ayrılığın ardından kısa zamanda evdeki işleri yoluna koyup, hasret rüzgârlarını dindirdikten sonra, gözlerim haritaları, ayaklarım buz gibi suları arar oldu. Eylül sonuna doğru gerçekleştirmeyi planladığım keşif için yeni rotalar belirlemek üzere haritaları gözden geçirip, edindiğim bilgileri not alırken Burak abi ile telefonla sürekli istişare ediyorduk. Ben kararsızlığımın esiri olarak haftalardır çıkamamıştım dağlara. Burak abi benim bu halime dayanamadı heral, izin mizin ayarladı düştü yine yollara. Eylül ün ikinci yarısı güzel bir Antalya gününde aldık kendisini otogardan. Büyük bir heves ve sevinçle kucaklaştık, malzemeleri arabaya yerleştirdik. Burak abi dersine iyi çalışmış, benim hiç aklımda olmayan bir rotadan ve adını bilmediğim sulardan bahsediyordu. Keşfetmek için bakacaktık, ama benim aklımdan geçen daha önce üzerinde kafa yorduğumuz, araştırma yaptığımız suların hiçbiri yoktu onun listesinde. Kısa zamanlı istişareden sonra, mutabakata varıp, Burak abinin rotasını biraz revize edip düştük yollara.
Yolumuz rotamız çok uzun zamanımız ise dardı. 3 Gün 2 gece sürecek keşif seferimiz yaklaşık 5 Akarsu ve yüzlerce kilometre yol demekti. Sözün hiç bitmediği muhabbetimiz bizi saatler süren yollarda hiç sıkmadı. Bilmediğimiz yollardan, ilçelerden, köylerden geçtik, haritalarda görünmeyen toprak yolları ezdik. İlk durağımız olan suya yaklaştıkça heyecan katsayımız artıyordu. Gittiğimiz derede mevsim itibarı ile su akmıyor bile olabilirdi. Bildiğimiz köy yollarından saptık, toprak orman yolunda ilerleyerek adı sanı bilinmeyen bir suya kavuştuk. Kendi halinde mütevazi, akça bir su karşıladı bizi, dere kenarında birkaç km gittik. Bakımsız olduğu her halinden belli, yarım yamalak küçük bir alabalık çiftliği çok geçmeden gösterdi kendini. Yaşlı bir amca ve bir teyze eski, harabe misali bir evin verandasında oturuyordu. Arabayı durdurup biraz bilgi alalım istedik. Adamcağız yaşlı ve hasta olduğu için bakamıyormuş çiftliğe, çalışacak işçide bulamıyormuş. Devredecekmiş çiftliği, önce bizi beklediği müşteriler sandı, “devir alan devletten teşvik alacak artık, bi elden geçirir” falan diye anlattı bişeyler. “alabalık yok” dedi, “suya kaçan 3-5 balık olur arada, onu da avlayanlar var “ dedi. Biz yediğimiz ilk golün şokundan kurtulup, olsun bir deneyelim bakalım, dedik. Çiftlikten bir kaç kilometre daha ileriye sürüp, durur durmaz oltaları hızla kaptık, ilk ben daldım küçük mütevazi dereye. Adamın anlattıklarından sonra, Burak abinin tadı kaçmıştı. O kenarda beklerken ben hızla birkaç yüz metre denedim, birkaç gümüşten başka bir şey göremedim. Baktım olacak gibi değil, geri döndüm. Maç yeni başladı daha 80 dakika var havasında, atladık arabamıza.
Burak abinin listesindeki 2. sürpriz deresine salladık direksiyonu. Bu sefer daha temkinli olsa da gideceğimiz dereyi anlata anlata bitiremiyordu. İlk 45 dakikayı önde bitireceğiz diye motive olmuş bir halde, güzelce bir vadiye inerken aşağıda hali hazırda faaliyet gösteren ve hummalı bir çalışma içinde yeni havuzlar eklenen büyükçe bir Alabalık çiftliği, savunma oyucusunun arkadan yaptığı 9 kusurlu hareket gibi yerle bir etti moralimizi. Burak abi şaşırmıştı, “burası içinde geç kaldık” diyebildi. Biraz gökala toplar moralimiz yerine gelir, akşama nevaleyi çıkarırız diye, telkinle indik köprübaşına. Ama ne güzel bir dere, ne güzel bir su, daracık doğal bir kaya duvarının arasından billur gibi gelip, ayağımızı bastığımız köprünün altından, kaderin kendine ettiği oyunu bilmeden alabalık çiftliğine doğru salıyor kendini. Köprünün iki yakasından da gökalalar cirit atıyor, irileri yukardan kara bir gölge gibi seçiliyor. Oltaları aldık, köprünün yanından kıvrıldık, kayalardan seke seke girdik vadiye, su ile aramız bazen 3-5 metre, bazen kenarına kadar iniyoruz, ilk siftahları yaptığımızda, kayalar geçit vermiyor. Burak abi hevesli, ilerlerde kırmızı benekli çıkabilir diye, köprübaşına dönüp dağlara vuruyoruz kendimizi vadini arkasına geçmek için. Dik yamaçta yürümek tehlikeli ve zor, dere en az 30-40 metre aşağıda kalıyor. Tökezledimi dereye kadar kaç saniye sürer düşüş kim bilir, yani öyle sert bir yerdeyiz, suya düşersek şanslı aksi, olursa bedevi oluruz. Bir süre sonra aşağı doğru inen bir patika keşfedip takip ettik. Dereye tekrar kavuştuğumuzda, içinde bulunduğumuz manzara ağzımı açık bıraktı, Daha önce böyle bir dere avlamamıştım, sert ve dik kayaların arasından, akan su da yosun dahi yok, dere olmadığını bilseniz ve derin maviye çalar havuzlar olmasa suyun varlığından bile habersizsiniz. Gökalalar ortalama 15-20 cm boyunda, demek ki çiftlik çok eski değil, o halde kırmızı benek olma ihtimali yüksek, diye düşünerek biraz daha biraz daha gidelim derken, gökalaları toplaya toplaya ilerledik. Ama sert ve dik vadi çok fazla ilerlememize izin vermedi. Daha fazla ilerleyemeyeceğimiz kesinleşince çiftliğin alt kısımlarını yoklayalım, kamp yerimizi ayarlayalım kararını verip döndük. Bölgenin en sarp dağları bunlar olsa gerek, yollar oldukça bakımsız ve kullananı az belli. Burak abinin kamp için gitmek istediği yere inerken, havanın durumu ve Hamiyet’in performansını aklımdan geçirmek, olur olmaz endişeleri dile getirmek zorunda kaldım. Sonunda çiftlikten oldukça uzakta dereye tekrar kavuştuk. Arabayı uygun şekilde park edip soluklanalım derken, esen rüzgâr ve havadaki bulutlar endişelerimi tetikledi, yağmur iner bizde 3 gün çıkamayız burdan diye söylendim mırıl mırıl. Burak abi ise oralı olmadı, hava durumunda gözükmüyor bişey, inmez dedi. Azıcık sandviç atıştırıp açlığımızı bastırdıktan sonra, Burak abi indi dereye, ben elimde efesle kuruldum sandalyeye. Havanın durumu ve yorgunluk izin vermiyor neşeme. 15 dakika geçti geçmedi, rüzgâr şiddetlendi, hem Burak abiye bakayım hem gökalaları temizleyim diye indim bende dereye, 5 dakika geçmedi yanımda bitiverdi, oda farkına varmış, “çıkalım hemen” dedi. Toparlandık, Burak abiye teslim ettim Hamiyet’i, “ dedim abi ben heyecan yaparım, hata yaparım direksiyon senin” . Çok zorlu birkaç yerden geçecez, yaklaşık 5 kilometre yılan gibi ve dikçe rampa çıkacaz, zemin yumuşak, zemin dik. Kuruyken bile sorun çıkaracak biliyorum, ıslanırsa durum vahim. İlk kırmızı noktaya girdik, Hamiyet kaymaya başladı, lastikler yumuşak zemini attıkça alttan kayalar ve aralarındaki derin çukurlar, üstüne yağmur gelirse bide, ahanda bittiğimizin resmidir, ben dışarda yağmur inmeden çıkalım diye bulduğum taşlarla yolu besliyorum, Burak abi ufak manevralar ve yüksek gazla zorluyor, birkaç denemeden sonra yırta yırta kurtarıyor Hamiyet’i. Bu arada Hamiyet in egzoz da yolda kalıyor, apar topar atıyoruz onuda bagaja. Kabus gibi parkurun kalanını teklemeden alıyor Burak abi Allah’tan, tekerler asfalta değdi, gök yarıldı, silecek yetişmiyor. 10 dakika önce indirse halimizin ne olacağını bilmiyorum. Yol asfalt ama bozuk, ama dar, ama virajlı o halde ilk hedefimize doğru gidiyoruz. Egzozu yaptırıp, hava kararmadan 3. dereye ulaşıp orda kamplayacağız.
Kısa ama meşakkatli bir yolculuktan sonra memleketin güzel köşelerinden birinde alıyoruz soluğu, indiğimiz yerde yağmurdan eser yok. Egzozcuyu elimizi koymuş gibi buluyoruz, zorunlu verilen molada karnımızı da doyuruyoruz. Usta güzel iş çıkardığı için tuttuğumuz Gökalalarıda hediye edip ayrılıyoruz yanından. Günün son ve 3. deresine çok uzak değiliz. Ama hava kararmadan ulaşmamız lazım. Dereyi bulup yanından kıvrılan yola girince sanki hiç dere görmemiş gibi bir gözümüz yolda bir gözümüz suda 10 km kadar giriyoruz içeri. Burak abinin daha önce ki tecrübelerinden faydalanıp yine ilk hedefimiz olan Alabalık çiftliğine ulaşıyoruz, tabi onu da birkaç kilometre geçip, uygun bir yere konuyoruz. Bu dere önceki gittiğimiz derelerde az daha büyük, ama onlardan aşağı kalır yanı yok. Hatta çok güzel. Havanın kararmasına az bir süre kala kampımızı kuruyoruz. İkimizde boş değiliz ben biramı yudumlarken, Burak abim rakının keyfini yaşıyor. Etraf sessiz, etraf karanlık, gökyüzünde yıldızlar ve sevdik bir dost sohbeti. Ne balık kalıyor uhdemizde, ne de dere. İlk yarıda yenik, ama mutlu, ama umutluyuz. Her şey güzel, sabah bu kadar yakınken biraz da dinlenmemiz lazım.
Sabahın ilk ışıkları ile uyanmak, hiç yorgun değilmiş gibi kalkmak, yepyeni bir heyecanla çadırdan çıkmak güzel şey, kaşla göz arasında hazırlanıp, çadırları toplayıp, oltalara sarılıyoruz, ben yine atik davranıp, önce iniyorum su kenarına. Büyük bir hevesle sallıyorum kamışı, her seferinde en güzel noktalara indiriyorum meppsi, öyle güzel havuzlar var ki önümde, her an beni titretecek o tanıdık hissi duyacam sanıyorum, birkaç havuzu ezdikten sonra Burak abiye devrediyorum bayrağı, o da aynı hevesle ilerliyor. Ama tık yok. Dere içinde 300 metre kadar ilerledikten sonra önümdeki gizemli vadi, çizmesiz olduğumu görüp, dur diyor, gitmeme izin vermiyor. Burak abi kasık çizmesini giymiş, akıllı adam, dalıyor gidiyor güzelim vadiye, baktığım yerden görebildiğim son noktaya kadar onlarca güzel havuz var, mutlaka balık alır diye geçiriyorum içimden. Orda çöküyorum bir dalın üstüne. 15-20 dakika sonra dönüyor Burak abide ama eli boş ve yorgun. Sessiz sedasız arabaya dönerken, etrafta sabah dikkat etmediğimiz birkaç ayrıntı, geldiğimiz yerin hiçte düşündüğümüz gibi bakir bir yer olmadığını açıklıyor. Piknik yeriymiş, vay anasına. Arabaya binip dönerken çiftliğin altından birkaç noktada duruyoruz, az önce o güzelim vadiden gelen mis gibi dereden eser kalmamış, bulanmış, sararmış, kokmuş. Kısacası olanlar olmuş.
Rota tam ters istikamet şimdi, sıradaki dereye epeyce yol var, çok zaman kaybetmeden toparlanıp, düşüyoruz yine yollara. 3 suda kırmızı benek vermedi, veremedi belki, bunun hüznü içimizde, soru işaretleri beynimizde sakin bir yolculuk yapıyoruz. Yollar en başta büyük ve geniş ve güzel ya, insan hep öyle güzel gideceğim sanıyor ya, sonra bitiyor hepsi birden. Yaklaşık 200 kilometre yol kat ediyoruz, çıktığımız indiğimiz dağları saymak gereksiz. Ne kadar çok indik, ne kadar çok çıktık, manzara dehşet her daim. Son uğrak yerimize kadar asfalt indiriyor bizi, köyün küçük dar sokaklarından geçerken, yerel halk şüpheyle bakıyor bize, acaba diyorum bizde bir tuhaflık mı var? Korku fimlerdeki gizemli kasabalar, gizemli insanlar gibiler. Biz hedefe ulaşmışlığın verdiği rehavet mi çöktü ne? Niye böyle bakıyorlar bize? Köyden çıkıp 2 kilometre yol katedince, anlaşılıyor her şeyin sebebi yağmur yemiş, bozuk ezik büzük, berbat, göğe doğru giden kırmızı bir halı gibi, dağın arkasından sola dönerken sonrası görünmeyen toprak yol, dibi görünmeyen bir derin vadi. Bende pes etme derecesinde yarattığı yılmışlık, çeneme vurmuş olmalı, ne söylediğimi hatırlamıyorum ama “geri dönelim buraya girişimiz olur çıkışımız olmaz, yağmur falan inerse kimse yardım etmez” dedim sanırım. Hafızamda yer etmiş. İyi oynadık ama yenildik, şerefli bir mağlubiyet aldık, modundayım. Belki önceki günün yorgunluğu, zorluğu belki o kadar uzun yol, sebebini bilmiyorum. Ama endişeli ve gergindim. Burak abi her zaman ki gibi soğukkanlı ve sakin, elleri kolları vücudu ile tam bir bütün halinde konuşurken gayet amirvari “şuraya kadar gidelim, ordan döneriz, yok Hamiyet buraya gider, ordan çıkar falan” diye diye, son inişe kadar götürdü beni. Dik iniş belli ki birkaç gün önce o yağmuru yemiş, ben ilk bulduğum cepe arabayı sokup, stop ettim. Buraya kadar, artık yürüyeceğiz. Bize en gerekli ama en az yükü sırtlanıp inişe devam ettik, yolda park halinde bir araba ve tekerleklerini kaplamış çamur, bizden başka birileri daha aşağıda demek, göremediğimiz suyun kenarında. Dik yamacı bodoslama inmek intihar etmekle aynı şey, Burak abinin derin istihbarat ağı sayesinde tarifle edindiğimiz iniş patikasını bulamıyoruz, en iyisi yolu takip edip vadiye en alçak yerden, bir dere yatağından yumuşakça girmek. Oda beklediğimiz kadar kolay olmuyor. Vadiye inen derenin içinde kah kayadan kaya atlayarak, kah kayaları tırmanarak ilerliyoruz, arabadan sonra suyun kenarına inişimiz nerdeyse 1 saati buluyor, hava kararmadan kampı kurup akşam suyunda 3-5 atış yapmamız lazım. İndiğimiz yer kelimelerle anlatması zor, kelimelere sığmayacak kadar güzel bir yer, suyu tarif etmek imkansız. İnsan böyle güzellikler karşısında susmasını bilmeli. Yıllardır aklımızda olan, ama bir türlü giremediğimiz bir vadideyiz. Bu sefer acele etmeden kampı kurup, sessizce hazırlanıyoruz. Her şeye değdi sanki. Yoluda unuttum, yorgunluğuda. Burak abi suyun geldiği yöne, ben aşağı yöne ayrıldık. Normal zaman bitmiş, uzatma dakikalarındayız sanki, daha ikinci atışta, hızla akan suyun içinde o tanıdık gölgeyi gördüm. Altın gol bu olsa gerek derken, bir sonraki atışta mepps sudan çıkmak üzereyken ağzı açık bir aslan gibi fırladı sudan, ama alamadı meppsi. Güzel 25 cm civarlarında sağlıklı bir birey. Pozisyon güzeldi, içim rahatladı, motivasyon arttı. Orayı yormayım fazla, yine gelecem diyerek aşağılara yollandım. Yaklaşık bir saat süreyle ne bir atak oldu, ne suda bir balık gördüm. Geri dönüşte, ilk balığı gördüğüm noktaya yakın Burak abi bana doğru geliyordu, bir tane almış ve salmıştı, orda o kayanın üstünde nefeslenirken 3 kez daha gösterdi kendini, 25-30 cm kadar zıpladı suyun üstüne ne kaptıysa, çıktığı hızla girdi suya. Hava yine kararmış, biz acıkmıştık. Çalı çırpı toplayıp yaktığımız cılız ateş, yetti de artı bile, Burak abi rakısına ben biralarıma odaklanarak, suyun türküsüyle mest olduk. Sabah suyunu yoklayacak ve sonra en hızlı şekilde tırmanışa geçecektik. Uyku derin ve ağır geçmiş olmalı, bu sefer gün ağardıktan sonra çıkabildik çadırdan. Aynı istikametlere ayrıldık, suyun her yerini dokuya dokuya meppslerimizi indirdik. Yok yok yok... Bir tane dahi yok. Olmayacak, bu su bana balık vermeyecek, anladım. Kamera, fotoğraf makinesı, resimdi fotoydu oyalanarak Burak abiyi bekledim. Eli dolu geldi, bir birey almış 20 cm civarlarında, ama bu ne? Böyle güzel suda, Alabalık dediğin bu kadar mı renksiz, bu kadar mı sade ve yavan olur. Nasıl olur? En azından gördük resimledik. Tanışmış olduk, diye yine avuttuk kendimizi. Geri dönüşte uzun dere içinden gitmeyi gözümüz yemedi, belli birkaç patika izini kah kaybedip kah bularak, 5 dakikada bir mola vererek çıktık o dehlizden, hatta inişten daha kısa sürede çıktık diyebilirim. Hamiyeti bulunca koyduğum yerde, nasıl bir mutluluk kapladı içimi bilemezsiniz. Ben üstümdeki yükleri atıp soluklanırken, Burak abide geldi.
Gelirken üstümdeki tedirginlik gitmiş rahattım, o zor yolu rahatça geçip, asfalta kavuşunca, eve boş gitmeyelim bari bildik yol üstündeki bir dereden az biraz, Gökala toplayalım dedik. Burak abi yorgun ve hevessiz, ben suda gördüğüm balıklarla sadece gözlerimi doyurabildim, bir tanesi bile hamle yapmadı. Yarım saat o kadar balıktan bir tane alamadan pes edip çıktım sudan. Zaten yolumuz uzundu, zaman kaybetmeye gerek yoktu, ayrıca söz verdiğim saatte evde olmam, Burak abiyide otobüsüne yetiştirmem gerekiyordu. Saatler sonra yorgun ve bitkin bir halde girdik şehre, karnımızı doyurup, yol ettik Burak abiyi evine. Onu bilmem ama her şeye değdi eve girip makinedeki resimleri doya doya seyredince. Bu kadar mı sevinir acep insan sevdiğine yenilince.
Onur Akçay
15-02-2010
Tripoli
Onur AKÇAY - 16 Şubat 2010 |
 |
|
|
|
 |
|
Daha önce ilan edildiği üzere, 11 Şubat 2023 tarihinde yeterli çoğunluğun sağlanamaması nedeni ile 1... |
yazının devamını oku » |
 |
 |
RASTGELE-DER'İN KURULDUĞU 2002 YILINDAN BU YANA AMATÖR BALIKÇILIK İLE İLGİLİ MEVZUATTA NELERİN DEĞİŞİMİNİ, GELİŞİMİNİ SAĞLAYABİLDİK? |
Bilindiği üzere Derneğimiz RASTGELE-DER'in Tüzüğünün amaç maddesinde yer alan "amatör balık avcılığı... |
yazının devamını oku » |
 |
 |
KENE Mİ TEHLİKELİ, YOKSA ÇENE Mİ? |
Her sene bir kere, nadiren iki kere fırsat bulduğumuz bir maceramız var. Bu macera 3-4 günlüğüne Kız... |
yazının devamını oku » |
 |
 |
DOSTLARLA AVLANMAK |
Dostluk kavramı herkes gibi benim için de çok değerli bir kavramdır. Bu zamanda dost bulmak tabiri c... |
yazının devamını oku » |
 |
 |
EŞİM NASIL BALIKÇI OLDU? |
Çoğu erkek eşi balık avına çıkmadığı için bu güzel zevkten mahrum kalıyor.Ben bu k... |
yazının devamını oku » |
 |
|