Avın yapıldığı şehir :
Hava ve suyun durumu :
Avda kalınan süre :
Kullanılan ekipman :
Yakalanan avın tür ve boyutları:

Eski avlardan…

 Mevsim muhteşem; çünkü sonbahar, başka bir şey istemez insan.

 Orman içinde bir derede alabalık mı?

 Dur Abii, dur Dayı! bir dakka; yavaş yavaş, tane tane anlat… (Oğlum doğduğunda sevindiğim kadar sevindim. Aman kimse duymasın.) Hazırlıklarımı yapıyorum. Eski mepslerin iğnelerini parmağıma batırıyorum biraz eğe istiyor. Eğeden sonra toplu iğne gibi saplanıyor, avcı oluyor. Mepslerin omurgası olan tellerini tek tek gözden geçiriyorum, eğrilmiş olanını düzeltiyorum. Yeni mepsler ayrı bir kutuda yerini alıyor.

 İçimi dışıma çıkaran sonu gelmez deli virajlar, dön Allah dön. Dünyanın en güzel avlağının tozlu topraklı, deniz ve orman manzaralı bir yolu. Arabayı sağa çekip manzaranın seyrine dalmalı. Kuru kuru olmaz; termostan bi çay- bi duman iyi gider ve gitti.

 Orman içinde, üç-dört havuzlu, bacasından duman çıkan küçük bir alabalık çiftliğinin girişinde arabamı park ettim. Etrafta kimsecikler yok. Sesleniyorum ama duyan, bakan olmuyor. Oltamı alıp, küçük derenin kaynak tarafına doğru yürüyorum. Pişen lezzetlerin güzel kokusunu taşıyan zayıf, yorgun bir duman bir süre bana eşlik ediyor. Ezip geçtiğim sararıp, gevremiş yapraklar çıkardığı seslerle yavaş, sakin adımlar atmamı tembihliyor.

 USTA YAMAN… Yer, gök; tek sevdiğim, çok sevdiğim mevsim olan koyu bir sonbahar olmuş. Hüzünlü bir huzur ne güzel. Sonbaharla konuşuyorum; sonbaharın renklendirip, süslediği, kokusunu verdiği doğayla ve ona ait bütün dekorlarla…

 Ufak bir ayna (göletçik) yapmış dere. Atıyorum mepsi dala takılıyor. Bi daha atıyorum, sarıyorum boş. Bi daha, bi daha yok. Devam ediyorum daha büyük bir ayna arıyorum, işte burası iyi. Atıyorum ama yine boş, yine boş. Devam devam ilerle bakalım. O da ne alabalık mı? vay namussuz görmezden duymazdan geliyor beni, saklanmaya bile gerek duymuyor. Siniyorum; mepsi yavaşça suya düşürüp, çekmeye başlıyorum takip edip dönüyor. 4-5 kez atıyorum arka arkaya huylandı. Mepsi çıkarıp çekirge takıyorum. Ama netice yok; meps epey rahatsız etmiş ki, çekirgeye bile bakmaz oldu. Dinlensin burası deyip geçiyorum. (aslında çoğu kez mepsle yorulan bir aynada veya akarda bulunan alabalık, yem değişikliğine, aksiyon değişikliğine, yemin cazibesine tahrik olup, kanarak av olmuştur. Sabırla, tecrübeyle sabittir bu durum.)

 Tamam alabalık var ama gökkuşağı. Olsun olsun. Zaten bir masal’a kanıp gelmiştim onca yolu. Daha ne olsun çok iyi.

 Bir meps, bir çekirge, bir böcek; suyun, yerin durumuna göre yemleri değiştirerek avlanıyorum. Güzel bir akara geliyorum çekirgeyi çıkarıp, mepsi takıyorum. Akıntının tersine çalışırsam meps daha iyi dönecek. Meps aksiyon alır almaz minübüs muavininin hareket eden araca atlaması gibi atlayıp yakalıyor mepsi. Tam yenecek boyutlarda 25 cm lik gökkuşağını alıkoyuyorum. Şimdi bi tüttüreyim hakettim.

 Uzaklardan bir köpeğin havlaması beni huzursuz ediyor. Elime çok sağlam, uzun bir dal alıyorum köpek için tedbir olsun. Yok bu köpek havlaması beni iyice huzursuz ediyor. Ağız tadıyla bi tüttüremedim.

 Yaklaşık bir kilometre daha ilerledim. Olta atılabilecek toplam altı-yedi uygun yer çıktı ve tık yok. Gittikçe daha da küçülen derenin yukarılarını zorlamadan geri dönmeye karar verip, alabalığı dinlendirdiğim yere gelene kadar dereyi pas geçiyorum. Nasıl pas geçtiysem artık, alabalığı dinlendirdiğim yeri bile geçmişim. Naapayım başkaları yakalayana kadar dinlensin alabalık.

 Çiftliğe yaklaşırken derenin karşı kıyısında yöreden biriyle karşılaşıyorum. Selamlaşır selamlaşmaz ”Kırmızı benekli alabalık var mı bu derede” diye soruyorum.

 ”Sadece çiftlik balığı var” cevabını alınca, vedalaşıyorum sabırlı köylü arkadaşla. (Yok yok. Öyle hemen vedalaşıp gittiğimi sanmayın. Uzatmadan kısaca izah edeyim; ben alabalık sordum, o cevap verdi. Ben alabalık sordum o anlattı, ben alabalık sordum, o … bu sırada aramızdaki dereden bir küçük barajı dolduracak kadar su akmıştır.)

 Kırmızı benekli yok madem av kısa sürecek.

 Olmayı versin bolca keyif yaparım. Yolda görüpte uğrayamadığım köy kahvelerine uğrar alabalık masalları dinlerim. Ama palavra, ama gerçek çok keyif alırım anlatılanlardan. Neler çıkar bu masallardan neler ve ne yerler. Tıpkı bu derenin, başka avlakların çıktığı gibi. Masal deyip geçmem; inanırım, inanırım ben. Yeter ki anlatanı bul ve dinle…

 Mepsi rahatça döndürebileceğim bir aynaya geliyorum. Özenle mepsi suya düşürüyorum; bu ne takıldı mı bi yere? kamış müthiş esniyor. Ama hantal cüssesi aksiyon yapmasına izin vermiyor. İri bir kaplumbağa yakalamışım hissini uyandırıyor. Fazla zorlamıyor kütük gibi kayıp geliyor, çekip alıyorum kıyıya. Yorgun bir gökkuşağı alabalığı, küçük derenin 52 cm lik büyük sürprizi oluyor.

 Çiftlik sahibi ile oturup muhabbet ediyorum. ”Fazla alabalık kaçmaz buradan, arada sırada da ben salarım balıksız bırakmam dereyi” diyor. Taş fırında, odun ateşinde, güveçte pişen alabalığın önce kokusu sonra kendisi masama geliyor…

 İyi ki bol bol alabalık masalları dinlemişim. İyi ki gitmişim iyi ki… Oohhh canıma deysin, kıskandınız değil mi?

 

13-12-2016

 

SİNAN IŞILDAK

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir