|
 |
İDA' NIN MELEKLERİ |
Avın yapıldığı şehir : Kuzey Ege
Hava ve suyun durumu : Sisli
Avda kalınan süre : 8-9 Nisan 2006 2 gün
Kullanılan ekipman : Shimano Teleskopik Kamış, mepps
Yakalanan avın tür ve boyutları: 32 -25 cm aralıklarla günlük 3 er adet doğal alabalık |
|
YAPILAN AVIN HİKAYESİ:
Yoğun bir iş günümün ortasında bilgisayarımın yanında çalan cep telefonumun sesiyle irkilmiştim. Arayan Kaz Dağlarından Ali’ydi.Önceki yaz Vedat ABAYOĞLU ağabey vasıtasıyla tanışmış ve birlikte 2 gün boyunca onun rehberliğinde Kaz dağlarında avlanmıştık. O zamandan beri de irtibatı kaybetmemiştik. Açık ofis ortamında rahat konuşamayacağımdan ve bir nebze olsun işlerden nefeslenmek için ofisten dışarı ara koridora çıktım. Kendi tatlı şivesiyle konuşuyordu. Konuşmamız esnasında arkadan hayvan sürüsünün çan sesleri geliyordu. Dağa çıkmıştı yine. Oralara ne zaman geleceğimi soruyordu. Önceki av deneyimimde istediğim balıkları tutamamış, böylesi bir fırsat kolluyordum aslında. Kendisi de en iyi nisan-mayıs aylarında suların mepps döndürmeye elverişli hale geldiğini söylemişti. Hazırlıkları yap, hafta sonu ordayım dedim.
İşlerimi ayarlamış, otobüs biletimi almıştım. Yol 10 saat sürüyordu. Sinan ağabey’e planı anlatmış, gelmesini çok istemiştim ama başkalarına sözü olduğundan gelemiyordu. Cuma akşamı iş çıkışı doğru eve gidip son hazırlıklarımı tamamlamış, terminalden otobüs ayrılırken ben de haftanın yorgunluğu olsa gerek kırmızı beneklilerin hayali ile otobüsün kalkışını görmeden koltuğumda uykuya dalmıştım bile.
Sabah 7:00 gibi Madra dağı eteklerinde gözlerimi açtım. Doğa canlanmış, yemyeşil vadinin içinde ufak bir dere kıyısından yol alıyorduk. Yarım saat sonra yerleşime girmiştik. Terminalde elimde sırt çantam ve olta takımlarım ile otobüsten inmiş, açık olduğunu gördüğüm yakındaki kahvenin içine dalmıştım. Sıcak bir çay söyleyip cep telefonumdan Ali’nin numaralarını çevirdim. 10 dakika sonra arkamdan bir el omzuma dokundu. Dönüp baktığımda Ali karşımdaydı. Birbirimize sarıldık. Çay eşliğinde kısa bir sohbetten sonra eşyalarımı toplayıp dışarı çıktık. Yeni aldığı motorsikleti karşımızdaydı. Telefonda bahsetmişti. Dağlara küheylan ismini taktığı motoruyla çıkacaktık. Kısa bir tereddütden sonra arkasında oturdum ve ilk istikamet bir çorbacıda kahvaltı etmekti.
Ali’nin evinde üstüme yağmurluk ve ayağıma da istemeyerek de olsa gerekli olacağını söylediğinden turuncu bir çizme almış, yakındaki bir benzinlikten de depoyu doldurduktan sonra motorun yönünü dağlara çevirmiştik. Zeytin ağaçları altında stabilize bir yola sapmış, gelincik ve ismini bilmediğim yeni binbir renkli çiçek arasında yavaş yavaş yükseliyorduk. Yükseldikçe de zeytin ormanının yerini çam ağaçları alıyordu. Yolumuz uzundu. Engebeli ve kavisli dağ yolarında kimi yerde motordan inerek yol alabiliyorduk.
Yolumuz üstünde bu mevsim keçilerini otlatmak üzere ufak bir kıl çadır kurmuş “Kopuk” lakaplı yörük arkadaşını ziyaret edeceğimizi söyledi. Kopuk lakabının nasıl türediğini sorduğumda o kendine has şivesiyle “ ipini koparmış, hafif kaçık bir arkadaş, anla işte “diye muzipce açıklamıştı. Gözetleme kulesi yolunda arabasının yanında motorumuzu bıraktık. Köpek havlamalarına doğru aşağı meğilli patikadan onu takip ettim. Az sonra sık bitki örtüsü içinden keçi ağılı ile tahta ve naylondan derme çatma yapılmış bir yapı olan açıklığa varmıştık. Kalın kaşlı, esmer güleç bir genç karşıladı bizi. Elinde kova keçi sağıyordu. Babasının henüz gelmediğini söyledi ve içeri buyur etti bizi. İçerisi iki kısımdan oluşuyordu. İlk giriş kısmında raflara dizili onlarca taş fırın ekmeği, kapının hemen solunda motorsiklet ve bir yığın eşya vardı. Onları geçip ikinci odaya vardığınızda solda soba, sağda ise yanyana dizili üç yatak vardı. Sobaya odunu koyduktan sonra tek demlik li çayı da üstüne yerleştirdik. Az sonra Kopuk girdi eve. Temiz bir Türkmen genciydi. Bardaklar uzatıldı çay koymak için. Çaylarımızı yudumlarken sohbete koyulduk. Yabanıl bir ortamdı. Mücadeleleri doğayla olduğundan çetin geçiyordu. Bu yıl kış sert geçtiğinden çok fazla oğlak telef olmuştu. Yeni birtanesini ise kartal kapmıştı. Kısa bir sohbetten sonra avcı avında gerek diyerek motorumuza doğru yürümeye başladık.
Yarım saatlik bir motorsiklet yolculuğundan sonra Ali dik bir yamaçta durdurdu motoru. Aşağıdaki vadiden akan derenin denenebilecek bir kısmı olduğunu söyledi. Biz de doğruca oltalarımızı kuşanıp vadinin alt kısımlarına doğru temkinli inmeye başladık.
Hava puslu, hafif yağmur çiseliyordu. Tam alabalık havasıydı. Şayet ineceğimiz derede balık varsa, onları kandırmak için bu havadan iyisini bulamayacağımı biliyordum. Dere büyüleyiciydi. Meppse uygun göletleri olan, yüksek debili bir suydu. Meppsimi bağladıktan sonra Ali’nin işaret ettiği ilk gölete atışımı yaptım. Tam istediğim yerine düşürememiştim. Tekrar attım. Bu sefer aynanın daha uzağına yaptım atışımı. İlk atış, yeni dere ve yeni balık olunca heyecanlı olduğumu hissetmiştim. Su hizasında göle atış yapıyordum ve meppsimi çıplak gözle takip etmeye özen gösteriyordum. Meppsimi göz ile takip edebildiğim kısımda son anda farkettiğim karaltıyı görünce yüreğim ağzıma gelmiş ama balık meppsi almadan geri dönmüştü. Tekrar tekrar denemelerim sonuçsuz kalmıştı. Ben de biraz üstündeki yeni aynaya atış yaparken Ali’nin sesini duydum; yakaladım abi diyordu. Hemen yanına koştum. Balık iriydi. Kaçırdığım balığı o almıştı herhalde. Kıyıya aldım balığı. Bu suların büyük bir bireyini görmeyi çok fazlaca arzulamıştım. Geçen yaz yakaladığım bireyin güzelliği damağımda kalmış, renkleri oturmuş bir bireyi görmek o zamandan sonra bir tutkuya dönüşmüştü. Ve işte karşımdaydı. Balık 32cm lik yetişkin bir bireydi. Hemen fotoğraf makinamı çıkardım.
Bu balık büyüleyiciydi. Kuyruk yüzgeci nar kırmızısı, yağ yüzgecinde ki kırmızılık içinde dahi kırmızı bir benek seçiliyor, James PROSEK’in kitabında bahsettiği Manastır çayında yakaladığı bireyde olduğu gibi gözünün hemen arkasında yukarıdan bakıldığında göz gibi duran iki siyah benek vardı. Kırmızı benek sayısı kuzeydeki hemcinslerine kıyasla az ama daha büyüktü. Akdeniz havzasına akan tatlısular içinde Karadeniz alabalık genlerini barındıran tek alabalık türünün örneğiydi. 15 bin yıl evel son buzul çağında eriyen kuzeyin sularıyla bu dağlara gelmiş olmalıydı. Kısaca muhteşemdi.
Ali bir üst aynadan benzer boyda birtane daha alınca keyfimiz yerine gelmişti.
Sıra artık benim olmalıydı. Çok güzel aynalara meppsimi düşürmüş ama bir hareket görememiştim. Artık içim içim iyice sabırsızlanmaya başlamıştım. En son çok güzel bir aynayı uzaktan gözüme kestirdim.
Uygun atış yapabileceğim bir konumda suya yaklaşmayı planladım. Kendime kayayı siper ederek uzaktan meppsimi atacağım yeri de hesaplayarak mandalı indirdim. Meppsimin istediğim yere düştüğünü görünce geri çekilip elime yayılacak titreşimi bekler bir halde makinamı sarmaya başladım. Veeeee o ne muhteşem asılma, aman allahım. İşte oltamın ucunda ilk benim istediğim ölçülerdeki kaz dağları alabalığım. Hiç balıkla oynamadan kıyıya aldım. Cennetin kayıp meleklerinden biri elimdeydi işte ! Kayıp bulunmuştu. 26 cm lik güzel yetişkin bir bireydi yine.
Ve bu derede avlayacağımız son aynamızdı. Ali buradan geri dönüp yeni bir dereye gideceğimizi söylemesiyle oltalarımızı toplayıp sıkı bir tırmanışa hazırlanmaya başladık.
30 dakikada ancak yukarı motorun yanına çıkabilmiştik. Biraz soluklandıktan sonra Ali dağlardan 1 saatlik bir mesafedeki başka bir dereye gideceğimizi söyledi. Çantamızı toplamış ve motora iplerle sabitlemiştik.
Ali ile yol boyunca konuşuyor, keyifli bir yolculuk yapıyorduk. Yol boyunca ona sorduğum kendi ve çevresi hakkındaki sorulara kendine has şivesi ve deyimleriyle cevaplıyor ve beni kimi zaman kahkahalara boğuyor, kimi zaman da düşündürüyordu.
Bahsettiği dere kaz dağlarının deniz kıyısından 3 silsile gerisindeydi. Sonradan anladığım çok uzak bir dere olduğu ve bu yüzden de olabildiğince bakir kalabildiğiydi. Ve bu dereden çok umutluydu. Dereyi ilk gösterdiğinde gördüğüm cılız su beni umutsuzluğa itmişti. Ama erken konuşmuş ve hata etmiştim. Dereye doğduğu kaynağa çok yakın bir kısmından girmiş ve birkaç kilometre içinde debisi başka derelerin katılımıyla muazzam yükselmişti. Hatta yukarıdan baktığımızda nice koca göletler seçilebiliyordu. Motoru yol kenarına bıraktık ama saklama ihtiyacı hissetmemiştik. Çünkü yolu kullanan herhalde tek biz ve bizden yıllar önceki bir köylü olabilirdi ancak. Oltamı hazırlamış ve dere kıyısına birlikte inmiştik. Önümde sisler içinde zar zor seçebildiğim bir ayna vardı. Kaya ve ağaçların suyun yolunu örtmesinde oluşmuştu. Atışımı en uzak köşesine yaptım. Üçüncü sarımımda gerilme oldu ama kısa sürdü. Balık hamlesini yapmış ama alamamıştı. Yeterince büyük değildi sanırım. Sonraki atışlarımda bir hareket olmadı. Yukarılara doğru devam ettik. Ali birkaç tane ufak almıştı. Bende hala bir hareket yoktu. Birkaç hamle olmuş ama alamamıştım. Meppsi alamamaları işime geliyor, 2 numara meppsimi küçültmeyi de istemiyordum. Ali önde gidip beni beklediği bir aynaya gelmiştim. Ali balıkları seçtiğini söylüyordu. Birkaç kez yemli oltasını atmış ama önlerinde geçmesine rağmen dönüp bakmadıklarını söyledi. Huylanmıştı balık anlaşılan. Ali bir sonraki aynaya gittiğinde birkaç atış yaptım ve son atışımda aynanın son 5 metresinde son anda o güzel yaratık avının kaçmasına göz yummak istememişcesine hamlesini yapmış ve meppsimi kapmıştı. Sanırım “Ali yakaladım” diye bir nara attım. Ali de çok sevinmişti. Hemen kıyıya aldım, Ali de yanıma geldi. Çok güzel 31 cm lik bir bireydi.
Güzel bir pozunu almayı ihmal etmedim elbette.
Keyfim yerine gelmiş, o tek balık bile bana yetmiş gibiydi. Hemen ileride yine güzel bir ayna vardı. Yanına renk vermeden, yukarı meğilli aynaya birazcık alçak bir noktadan atış yapıp makaramı sarmaya başladım. Ve oltamın ucundaki o muhteşem gerilim yine makaramdan elime, ordan da vücuduma yayılmıştı. Nefes alışımın sebebi belkide yaşamdaki bu ufacık duyumsama kesittiydi , kimbilir ........
Saat iyice ilerlemiş ve ayaklarım çizmemin içine giren su yüzünden iyice üşümüştü. Güneşin batmasına 30 dakikadan az kalmıştı. Kısa bir toparlanmadan sonra geldiğimiz yoldan geri dönüşe geçtik. Hava kararmış ve soğuk bastırmıştı. Ellerimiz ve ayaklarım soğuktan sızlıyordu. Ali ye kendi eldivenlerini ıslattığı ve motorsikletin önünden direkt rüzgarı yediğinden kendi eldivenlerimi vermiş, bu yüzden de ellerimi hissetmemeye başlamıştım. Sürekli aklımı yoldan alıkoymak ve acımı duyumsamamak için sohbet açıyordum. Ama ne Ali nin konuşacak gücü kalmış, ne de benim anlatığına yoğunlaşacak kadar halim. Ve ancak saat 21:30 gibi yorgun birşekilde evinin önüne varmıştık. Kısa bir yemek ve sohbet den sonra ertesi güne hazır olmak için hazıladıkları yatağa uzanmamla uyumam uzun sürmemişti.
Ertesi gün kısa bir hazırlıktan sonra tekrar yönümüzü dağlara çevirdik. Yollara aşina idim artık. Bu güne planladığımız dereye Ali nin önceki gece arkadaşından öğrendiğine göre ulaşılması kardan dolayı imkansızdı. Yolu çok uzak ve ulaşamama riski de olunca vazgeçip önceki günkü dereye ve yakınlardaki başka bir dereyi denemeye karar vermiştik. Derenin üstünde yine motorumuzu bırakıp dik yamaçlardan vadininn tabanındaki dereye indik.
Bu sefer aynı noktadan başlamış ama daha yukarılarına çıkacaktık. Önceki gün balık çektiğimiz hiçbir aynadan balık alamamıştık. Hava önceki güne nazaran açmış ama ayaz çıkmıştı. 5 derece kadar daha soğuktu. Derenin en yukarılarında muhteşem aynalar çıkmıştı karşımıza. Ali hepsini ezbere biliyor ve beni sürekli yönlendiriyordu.
Ama nafile. Ne Ali nin yemlisine, ne de benim meppslere yanaşan olmamıştı. Bu balık yapmayan öylesi günlerden biriydi. Elbet bir sebebi vardı, ama biz akıl erdirememiştik. Sabahın en verimli saatlerini yine alabalık cenneti olabilecek bir coğrafyada harcamış ama tek bir balık bile tutamamıştık. Başka bir dereye gitmeye karar verdiğimizde günü yarılamıştık bile.
Soluğu Kopuk’un yanında aldık. Biraz soluklanıp çocuklarıyla sohbet ettikten sonra yakındaki vadinin altında balık açısından orta karar bir dere olduğunu söylediği dereye doğru yürümeye başladık. Araba yolundan çıkmış ve dik bir vadinin tabanına doğru kavisler çizerek iniyorduk. Suyun çağıltısı kulağımıza çalıyordu. Fakat beni düşündüren ikinci av günümde bu vadinin altına yarım saatte inip, avlayıp nasıl yukarı çıkacağımdı. Vücudum artık yorgunluk emareleri gösteriyordu. Kendi kendime bu fırsatı kaçırmamam gerektiğini telkin edip, yeni bir şevkle ince patikadan Ali ye yetişmek üzere hareketlendim. Vadinin tabanında, artık hiç de buraların yabancısı olmadığım çok kuvvetli debide akan bir dere karşılamıştı bizi. Klise çayı diyordu yerli halk. Yakınlarında sanırım tarihi bir klise harabesi olmasındandı. Yalnız derenin teknesi dik olduğundan durulduğu ve mepps döndürülebilecek kısmı fazla değildi. Birkaç umutlu olduğum yerden de balık alamamıştım. Derenin dirsek yaptığı ve suyun oturduğu bir noktaya yaptığım atışımın peşinden Ali güzel bir balığın geldiğini ama almadığını söyleyince yeniden şevklendim. Biraz ilerideki aynaya bu sefer akıntının tersine meppsimi bırakmayı denedim. Kayanın arkasından meppsimi hemen önündeki aynaya renk vermeden bırakıverdim. Mandalı kapatıp kamışımın ucunu da meppsi akıntının dışarı atmaması için suya olabildiğince daldırıp makarayı sarmaya başladım. Ve hoooop o muazzam hamle gecikmeden geldi. Çocuklar gibi şendim. Balığı hızlı bir şekilde kıyıya aldığımda bu bireyin diğer tuttuklarımdan belirgin bir şekilde farklı olduğunu görmem beni birkat daha mutlu etmişti. Bu bireyin üstü siyah benekleri daha yoğun ve belirgin, başı daha küt bitiyordu. Yunan mitolojisinde ki tanrıça güzellik yarışmalarının niye bu dağlarda yapıldığı anlam kazanıyordu şimdi; her dere farklı bir güzeli barındırıyordu.
Daha ilerilerde küçük birkaç balık daha yakalamış ama geri salmıştım. Dere bir noktadan sonra dar bir kanyona giriyor ve bize geçit vermiyordu. Burası son naktamızdı. Saat 17:00 e gelmiş ve otobüsüm ana yerleşimden saat 21:00 kalkıyordu. Yol iki buçuk saat sürdüğünden bize geri dönüş vakti gelmişti. Ama ilk olarak vadinin üstüne varmamız için bizi zorlu bir tırmanış bekliyordu. Ufak bir soluklanmadan sonra tırmanışa başladık. Ali önden, ben arkadan ona ayak uydurmaya çalışıyordum. Sanırım 45 dakikada yukarıya dinlene dinlene varmayı başarmıştım. Son bir gayretle Kopuk un barakasının önünde duran motora ulaşmış, ordakilerle vedalaştıktan sonra motora atlayıp yerleşkeye doğru gaza basmıştık.
Zamanında yerleşkeye varmış, kısa bir banyo alıp üstümü değişmeye bile vakit kalmıştı. Çantamı toparlayıp motorla doğru terminale gittik. Yakınında bir restaurantta kalan sürede bir pide yemiş, buruk ama mutlu bir şekilde Ali ile vedalaşıp otobüse binmiştim. Cennetin kayıp meleklerini bulmuş olmanın huzuruyla başımı otobüsün camına yaslayıp koyu karanlık gecenin içinde gözüken belli belirsiz yıldızlara bakarak tekrar gelebilmek için dilekte bulundum. Yolumuz uzundu, 10 saat kadar. Ama aklıma gelen ertesi günkü yoğun iş tempomu savuşturmaya çalışarak gözlerimi yumdum.
Burak KALAÇ (8-9 Nisan 2006)
|
 |
|
|
|
 |
|
Daha önce ilan edildiği üzere, 11 Şubat 2023 tarihinde yeterli çoğunluğun sağlanamaması nedeni ile 1... |
yazının devamını oku » |
 |
 |
RASTGELE-DER'İN KURULDUĞU 2002 YILINDAN BU YANA AMATÖR BALIKÇILIK İLE İLGİLİ MEVZUATTA NELERİN DEĞİŞİMİNİ, GELİŞİMİNİ SAĞLAYABİLDİK? |
Bilindiği üzere Derneğimiz RASTGELE-DER'in Tüzüğünün amaç maddesinde yer alan "amatör balık avcılığı... |
yazının devamını oku » |
 |
 |
KENE Mİ TEHLİKELİ, YOKSA ÇENE Mİ? |
Her sene bir kere, nadiren iki kere fırsat bulduğumuz bir maceramız var. Bu macera 3-4 günlüğüne Kız... |
yazının devamını oku » |
 |
 |
DOSTLARLA AVLANMAK |
Dostluk kavramı herkes gibi benim için de çok değerli bir kavramdır. Bu zamanda dost bulmak tabiri c... |
yazının devamını oku » |
 |
 |
EŞİM NASIL BALIKÇI OLDU? |
Çoğu erkek eşi balık avına çıkmadığı için bu güzel zevkten mahrum kalıyor.Ben bu k... |
yazının devamını oku » |
 |
|